21 Eylül 2007 Cuma

Bişkek



Dün gece penceremde şarkılar yazdım sana
Bilmem duydun mu beni
Dün gece bir martıya fısıldadım ismini
Bilmem buldu mu seni.

Şimdi yalnızım dilimde eski bir şarkı
Yürüdüm bomboş sokaklarda
Seni ararken gözlerim doldu yine
Unutma beni uzaklarda

Beni sen anlardın tek sen
Sen de gittin neyleyim ben

2001 Mart, Ankara

Yıllar öncesinden kalan bu şarkıyı bugün birkaç kez dinledim. Yazdığım akşamı, kayıt edilmesinden önce geçen bir senede yaşadağım büyük sıkıntıları, şarkıların kayıt sürecinde bütün sıkıntılarımdan mucizevî bir şekilde arınışımı hatırlıyorum. Ancak tüm bu olan-biten içinde beni en çok mutlu eden şey, yıllar sonra bu şarkıyı artık hayatın alışılagelmiş dinginliğinde dinleyebiliyor olmam.

18 Eylül 2007 Salı

Bedel

Gecenin geç bir vakti, kafası haddinden fazla karışık bir adam eve dönmüştü. Dönüşünü öfkeyle beklemiş olan karısı, –neden bilinmez– adam eve geldiğinde çok istiyor olsa da onunla kavga etmekten kaçınmış ve tek söz söylemeden yatak odasına girmişti. Oysa gecenin sessizliği fazla uzun sürmeyecekti.

Adam, uyumadan önce kızını görmek istiyordu. Odasına girdiğinde onu ayısına sarılmış, yatağında otururken buldu.

-Sen uyumadın mı?
-Uyumadım, seni bekledim.
-İşlerim vardı canım, erken gelemedim.

Kızını öptü. Bir gün onun da bu kadar büyümüş olabileceğine inanmazdı. Oysa şimdi o, okul çağına gelmişti ve aslında olan-bitenin fazlasıyla farkındaydı.

-Baba?
-Efendim.
-Sen sigara mı içtin?
-Hayır canım içmedim, ama kokusu üzerime sinmiş olabilir.
-Baba?
-Efendim bi’tanem.
-Annemle ayrılacak mısınız?
-Bu da nereden çıktı?
-Annem telefondaki arkadaşına öyle söyledi.

Adam, karısının –sandığının aksine– yeterince sakin olmadığını o zaman anladı. “Sen uyu, meleğim” dedi kızına. “Merak etme, her şey yolunda.”

***

O akşamı iş arkadaşlarından birinin evinde geçirmişti oysaki. İş çıkışı toplanmışlar, gülüşüp eğlenmişler ve saat ilerleyip kalabalık seyrelinceye kadar çakırkeyf olmuşlardı. “Bu gece burada kal” demişti kadın. “Berk ve Nurten de kalacaklar.”

***

Kızının üzerini örttükten sonra koridora çıktı. Eşinin hediyesi olan ve ailenin bütün fertlerinin yer aldığı yağlı boya tablo asılıydı duvarda. Dördüncü evlilik yıldönümleri için eşinin hediyesiydi. Henüz her şey bu kadar karmaşıklaşmamışken, hâlâ birbirlerini çok seven iki sevgiliyken hiç şüphesiz çok daha fazla şey ifade ediyordu bu tablo. Şimdi ise o tabloda sanki güzel günlerin, o süslü, boyalı mutlulukların giderek solmakta olduğunu görüyor ve karşısında kendi hâline bütün küstahlığıyla gülümsemekte olan çehresine iğrenerek bakıyordu.

Yatak odasına girdiğinde karısının sırtını kapıya dönmüş, uzanmakta olduğunu gördü. Küskünlüğünü kırmanın zor olacağını biliyor, söze nasıl başlaması gerektiğini bilmiyordu. Bir süre odada oyalandı, ceketini dolaba astı, cüzdanını komodinin üzerine koydu.

“Bize ne oluyor Ayla?” diye sordu ona. Kadın beklediği üzere ilk seferde karşılık vermedi. “Ayla uyumadığını biliyorum, lütfen konuş benimle!“. Bir süre daha karşılık alamadı. Neden sonra “Uyumaya çalışıyorum Kemal, lütfen yine tartışmayalım.” dedi kadın. Nitekim evliliklerinin ihtiyacı olan son şey, gecenin bir vakti, hem de kızları yan odada uyumaktayken girişecekleri bir tartışmaydı.

***

Kalabalık dağılmış, Bahar’ın evinde Berk ve Nurten’den başkası kalmamıştı. Gece boyunca bir şekilde müsaade alıp evine dönmeyi aklından geçirdiyse de, her seferinde Bahar ona engel olmuştu. Şimdi o Nurten’le mutfağa girdiğinde, kendisi Berk’le salonda yalnız kalmıştı.

-Berk, saat geç oldu. Ben artık kalkayım da, Melisa’yı göreyim uyumadan.
-Yahu ne kadar pimpirikli adammışsın be kardeşim! Melisa kocaman kız oldu, uyur kendi başına. Hem dur bakalım, bu gece daha neler olacak kimbilir!

Berk bunları söylerken sinsi sinsi gülümsüyordu. İçtiği şaraptan olacak, gözleri zaman zaman kayıyor, yerli yersiz kahkahalar atıyordu.

***

-Beni düşünmüyorsan, kızını düşün. Kaç kere kalkıp yanıma geldi seni sormaya biliyor musun?
-Seni telefonda duymuş Ayla, elbette gelir. Biraz daha dikkatli olamaz mıydın?
-Olamazdım efendim! Bunları akşamı başka kadınların kollarında geçirmeden düşünecektin!
-Ne saçmalıyorsun sen ya! Ne kadını?
-İnkâr etmeye çalışma Kemal, gözümden iyice düşüyorsun.
-Ayla saçmalama, beni tanımıyor musun? Ben öyle biri miyim?

Karısı cevap vermedi. Bu suskunluk, kocasının söylediklerini kabullenmiş olmasından değil, söyleyeceklerinin tesir etmeyeceğini bilmesinden kaynaklanıyordu.

***

Berk ve Nurten karşı kanepede oturuyorlardı. Berk elini Nurten’in beline dolamış, onu konuşma aralarında boynundan ve yanaklarından öpüyor, dudaklarına minik öpücükler konduruyordu. Hatta aldığı alkolün de etkisiyle zaman zaman kontrolünü kaybediyor ve kadının balık etli vücudunu okşamaya, kalçalarını, göğüslerini sıkmaya da çalışıyordu ama Nurten ona izin vermiyordu. Ondan yüz bulamayınca da, biraz utancından biraz da şansını zorlamak için “Ben bu kadına aşığım” diyordu ve gülüşüyorlardı. “Dilber yahu” diye de ekliyordu. “Fıstık gibi!”

Bahar’ın kendisine “Bir kadeh daha doldurayım mı?” diye sorduğunu duyduğunda o kadehin bir dönüm noktası olacağını sezebiliyordu. Sanki o kadehi içse, kendisini Bahar’ın kollarından kurtaracak gücünü yitirecek, gece boyunca karşı koymaya çalıştığı şeye yenilecekti. Ona ‘teşekkür ederim, almayayım’ demeye hazırlanırken kadının, yanıt beklemeksizin şarabı kadehine doldurmakta olduğunu fark etti.

***

-Kadının kim olduğunu bilmek bile istemiyorum Kemal. Lütfen tek kelime etme.
-Hayatım, akşam iş yerinden arkadaşlarla toplandık, inan aklından geçenlerin hiçbirisi yaşanmadı.
-Sana güvenemiyorum Kemal, bundan sonra da güvenebileceğimi sanmıyorum. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil, anlıyor musun? Hiçbir şey!

Karısının ağlamak üzere olduğunu görüyor; ancak böyle zamanlarda ağlamayacak kadar güçlü bir kadın olduğunu da biliyordu.
-Ayla gayret gösterelim, kestirip atmakla düzelecek mi her şey?
-Üzgünüm Kemal, böyle olsun istemezdim ama bunu yürütemeyeceğim.
-Ayla ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?
-Lütfen ısrar etme, her şey daha da çirkinleşmeden bitirelim. Yarın ilk iş bir avukat bulacağım, sana da tavsiyem bu işi uzamadan bitirmemize yardımcı olman.

Kemal öfkelenmişti. Sinirinden terlemiş, yüzü kıpkırmızı kesilmişti.

-Peki ya Melisa, ona hiç mi acımıyorsun?
-Kemal beni aldattın! Sorunlarımızın hepsini çözebilirdik, inan; ama beni aldattın!

Ona karşılık vermedi. Dolaptan ceketini aldı, komodinin üzerindeki cüzdanını cebine koydu ve kapıya yöneldi. Tam çıkacakken arkasını dönüp “Öyle olsun Ayla” dedi. “Ama inan, seni gerçekten aldatmadım. Sen aslında beni terk etmek istediğin için bunu bahane ediyorsun.”

***

Bahar yanıbaşında çırılçıplak uyuyordu. Çarşaf üzerinden sıyrılmış, bronz teni, yuvarlak omuzları gecenin karanlığına sızıyordu. Yarım saat kadar öncesinde deliler gibi seviştiği, vücudunun her yanında bambaşka bir güzellik bulduğu kadın, artık onun için hiçbir şey ifade etmiyordu.

Parmaklarının arasında hayatında ilk kez dumanını ciğerlerine göndermekte olduğu sigarası, sol elinin yüzük parmağında artık neyi temsil ediyor olduğunu daha iyi anlamaya başladığı altın parçası ve kalbinde tarifi mümkün olmayan bir sıkıntı ile günahlarının bedelsiz kalıp kalmayacağını sorguluyordu.

“Bir babanın çocuklarına yapabileceği en büyük iyilik, onların annelerini sevmektir.”
Theodore Hesburgh