26 Kasım 2008 Çarşamba

Fesleğen

ben
doğduğumda
bütün menekşeler
fesleğen
kokarmış
ve savaştaymış
babam,
sevinçten
iki el
ateş etmiş
kimseyi
öldürmeden...


Diren Nesin
Not: Şiir SiyahKahve'den alınmıştır.

13 Kasım 2008 Perşembe

Bir Ölümün Ardından

Güneşli bir cuma sabahı… Ege’nin küçük, şirin ilçelerinden birindeyiz. Akşama bilet almışım, Ankara’ya evime döneceğim. Oysa içimde garip bir sıkıntı var, nefesim kesiliyor.

Müfettiş Odası havasız. Üstad, Gülten ve görüştüğümüz müşteri sigara içiyorlar. Ben ise konuşulanları takip etmeye çalışıyor, bir yandan da moral bulabilmek için sevdiklerimle geçireceğim hafta sonunu hayal etmeye çalışıyorum. Cep telefonum çalıyor; arayan annem.

Mesai saatlerinde rahat konuşamayacağımı bildiği için beni hiç aramaz. Aklıma hemen kötü kötü şeyler geliyor. “Biz Bursa’ya gidiyoruz” diyor. “Amcan kaza geçirmiş, hastanedeymiş.” Benden bir şeyler sakladığını düşünüyorum. Ne kadar sıkıştırsam da konuşmuyor, telefonu kapatıyor.

O andan sonra içeride konuşulanları duymuyorum. Amcamı en son gördüğüm günü, iki hafta öncesini hatırlıyorum.

Son görüşmemizin üzerinden yıllar geçmişti. 2000 senesi miydi, yoksa daha mı eski? Bilmiyorum. Görev nedeniyle Bursa’da olduğumdan, onu ziyaret etmek istemiştim. Beni karşısına oturtmuş, sırasıyla evdekileri sormuş, işimin hayırlı olmasını temenni etmişti. Sağlığının iyi olmadığından bahsetmiş, yine de çalışabiliyor olduğu için sevindiğini söylemişti.

Uzun konuşmalar yapmayı, çalışkan olmanın, ahlaklı olmanın, insanlara ve insanlığa faydalı olmak için gayret etmenin önemini defalarca anlatmayı severdi. Çocukluğumda ziyaretimize geldiği günlerde de, bir sebepten karşılaştığımız zamanlarda da beni yanına çağırır, tıpkı kendi çocuklarına, torunlarına yaptığı gibi bana da uzun uzun tavsiyelerde bulunurdu. O akşam da çalışmalarından, aldığı övgü dolu mektuplardan, çalışmanın erdeminden, sevdiği sözlerden, hayran olduğu kişilerden bahsetti bana. Onu can kulağıyla dinledim. Söylediklerinin çoğunu bir süre sonra unutacak, hatta bazı söylediklerinde ne kadar yanılıyor olduğunu üzülerek de olsa fark edecektim. Yine de o karşısında kendisini dinleyen, ona sevgiyle bakmayı başarabilen birini gördüğü için mutluydu. Eve ilk girdiğim ana göre daha canlı, daha istekli gözüküyordu.

Müdür Bey odaya gelerek beni düşüncelerimden kurtardı. Gülten’in hafta sonu kalacağı lojmana bakmak üzere Kuşadası’na doğru yola çıkmamız gerektiğini hatırlattı. Onlardan önce aşağı inip babamı aradım. Dolmuştaydı, eve dönüyordu. “Yoğun bakımdaymış” dedi, “belediye otobüsü çarpmış” dedi. “Sen iyi misin?” diye sordum. Sesi titremeye başladı “ben seni sonra ararım” diyerek telefonu kapattı.

Boğazımda koca bir yumru vardı artık, gözlerim dolu doluydu. Oysa başımı çevirdiğimde Müdür Bey ve Gülten beni bekliyorlardı. Kendimi toparlayıp arabaya bindim.

Yol boyunca Söke’den, Şubenin sıkıntılarından, ticari kredi müşterilerinden, yaz aylarında yol boyunca piknik yapılan yerlerden konuşuldu. Ben ise güçlü durmaya çalışıyor, bir yandan da abimi arayabilmek için bir laf arası kolluyordum. Fırsatını bulduğumda aradım ve ona babamın sesinin iyi gelmediğinden bahsettim. Arada babamı aramış olacak ki, beni yeniden aradığında onun da sesi çok kötü geliyordu. “Amcamı kaybetmişiz Çağrı” dedi. O da fazla konuşamadı.

Hala Şube arabasındaydık ve o arabanın içinde bulunanlar ruh halimin farkında değillerdi. Babamın, amcamla arasının açık olduğunu o an hatırladım. En son ne zaman konuşmuşlardı, birbirlerine abi-kardeş gibi en son ne zaman sarılmışlardı bilmiyordum.

Amcam, onu son gördüğüm akşam bana 1994 yılında geçirdiği kazadan bahsetmişti. Yine bir belediye otobüsü çarpmıştı amcama. O kaza için Mahkemeye çıktıklarında adamı affettiğini anlatmıştı. “Benden en değerli hazinemi, sağlığımı çalan adamı affettim ben” demişti. İçinde hiç kin yoktu. Ben kalkmak istediğimde beni kitaplığına götürmüş, kitaplarından birkaç tane hediye etmek istemişti. O sırada masasının üzerinde, hemen elinin altında, ulaşabileceği en yakın yerde duran kitap dikkatimi çekti. Bu babamın, amcamın ve hatta Maliye Teşkilatı’nda çalışmayan birçok insanın, pek de anlamayacağı bir kitabıydı. Hatta bu sahne beni o kadar çok etkilemişti ki, Bursa’dan Ankara’ya döndüğüm hafta sonu ilk iş olarak amcamı ziyaret ettiğimi ve kitabını amcamın masasının üzerinde gördüğümü babama anlatmıştım.

“Sen Bursa’ya gelme, Ankara’ya dön” demişti babam. Hayat devam ediyordu. Benim yine Ankara’ya gelmem, ütülü gömlekler, temiz çamaşırlar almam, iki gün dinlenmem ve işimin başına dönmem gerekiyordu.

Akşam Gülten’le Kuşadası’na geçtik. Gülten’in ailesi geldiği için onlarla gitmesi gerekti ve otogarda ayrıldık. Otobüsüme iki saat kadar vardı. Bir lokantaya gidip bir şeyler yemek istedim. Yaz aylarında tıklım tıklım olduğundan şüphe duymadığım bir yerde, belediye otobüsünün amcama Cuma Namazına giderken çarptığını, amcamın hastanede bir ara ayılıp “şoförden şikayetçi olmayın” dediğini öğrendim. Boğazımdaki yumru daha da büyüdü.

Onu, o akşam kitaplığını karıştırıp, bana verecek fazladan birkaç kitap daha ararken “amca saat geç oluyor, ben gideyim” dediğimde yüzünde beliren mutlu ama biraz buruk ifadeyle, ellerini tutup “ben yine gelirim, merak etme” dediğimde avuçlarının içindeki parmaklarımı sıkışıyla, ayrılırken birbirimize sıkı sıkı sarılışımızla hatırlayacağım.

Söke/Aydın