1 Kasım 2012 Perşembe

30 Yaş

Depremin yıldönümü... Erciş'e yol alıyoruz. 3 personelimiz, öğle vakti bir kahvehanede zaman öldürürken bina başlarına yıkılıyor. Depremin, kayıplarının yıldönümü.

Van'da olduğu gibi bina yıkıntıları karşılıyor bizi. Arabayla aralarından geçiyoruz. Gözlerim şubeyi arıyor, kaçıyorum sanki tüm o görüntülerden, insanlardan. Şube pazaryerinin önünde, mahşer kalabalığı var. İçlerinden geçip şubenin üst katına, müdür odasına çıkıyoruz.

Başkan Bey'le beraberiz, az sonra mevlidin okutulacağı Halk Eğitim Merkezine geçeceğiz. Şube Müdürleriyle birlikte kalkıp salona gidiyoruz.

"Personelimizin ailesi..." diye tanıştırıyor Başkan Bey. On yaşlarında bir oğlan, yürümeyi yeni sökmüş bir kız... Annelerine başınız sağ olsun diyorum ama bakamıyorum çocuklara.

Mevlid okunuyor, kalkıyoruz. Başkan Bey çocukları öpüyor, sarılıyor. Kahretsin ki ben sokulamıyorum, kaldırmıyor yüreğim. Sanki sarılsam onlara, dayanamayıp ağlayacağım. Uzaktan gülümsüyorum sadece. Müdür Bey'e bakıyorum, o da uzak duruyor. 

Hikayesini sonradan anlattı, cenazede o 10 yaşındaki çocuğun "amca bizim babamız öldü, bize siz bakar mısınız?" dediğini, o an o çocuğa sarılıp nasıl ağladığını.

Şehir, insanlar, sokaklar... Her yer, her şey, herkes hissiz. Hepsi gözlerinde büyük bir hüzün taşıyorlar. Her şey boş geliyor sanki, ailelerine, sevdiklerine sarılıyorlar, onlara tutunuyorlar. Uğruna savaştıkları, kavgalar ettikleri, belki birbirlerini kırdıkları, üzdükleri her şeyin bir anda sona erebileceğini, bambaşka yepyeni savaşların başlayabileceğini biliyorlar. 

Ocak ortasına kadar çadırda kaldıklarını anlatıyor Müdür Bey. Yağmur yağdığında çadırın içine dolan yağmur sularından. Onları önce boşaltıp, sonra uyuduklarından. Çadırın geldiği ilk günün fotoğraflarını gösteriyor. En son neye sahip olduğumda bu kadar mutlu olduğumu düşünüyorum o fotoğrafa, gülümsemelerine bakarken. 

Prefabrik evlerin gelişinden, günler sonra alınan ilk duştan, yiyecek kıtlığından ve güzel bir yemek bulduklarında patlayana kadar yediklerinden... Göçük altından çıkardıkları insanlardan... Göçük altında kalmış bedenlerden...

Akşam prefabrik konutlarında misafir oluyorum. Bölge Başkanımız bir prefabrikte, Müdür Bey ayrı bir prefabrikte kalıyorlar. Küçücük yaşam alanları bunlar. Bir klozet, bir lavabo ve bir duşakabinin bulunduğu, banyosuna iki kişinin girmesinin imkansız olduğu, günü kurtaran yaşam alanları. İçerisi serin, hatta soğuk. 

Oturup yer sofrasında Arap Tava yiyoruz. Bir yandan da televizyondaki programlardan kendimize eğlenceler seçiyoruz. Her şey güzel giderken "tesadüf oldu" diyorum. "Bugün benim doğum günüm" Kutluyorlar. 30 yaşıma, sanki o son yaşı o akşamda almışçasına basıyorum. 

Otele bırakıyorlar beni sonra. Odama çıkıyorum. Ablamın, abimin doğum günü mesajlarını okuyorum. Hoş, 30 yaşına basınca doğum gününü kutlayanlar da azalıyor. O mesajları okurken ağlıyorum. Belki tüm gün gördüklerime, görüp de sustuklarıma, insanlığıma, insanlığımdan olan utancımla ağlıyorum. 

Bir pazartesi akşamı, Van'da 30 yaşıma basıyorum.