27 Şubat 2009 Cuma

Karadeniz Dönüşü

Fatsa'dan biniyorum otobüse, akşamüzeri saat 4 suları... Asker uğurlaması var, herkes birilerine sarılıyor, arkada gözü yaşlı kızlar, analar kalıyor. Ben en arka koltuktaki yerime kurulup müzik dinlemeye, bu ağır atmosferde solumaya çalışıyorum.

Otobüs Rize'den kalkmış, Trabzonlularla dolu. Hemen önümde bir grup genç var, kanları kaynıyor. Konuşmaları, gülüşmeleri hoşuma gidiyor. Yan tarafta oturan başka bir çocuk da, hemen onlarla kaynaşıyor. Çocuğun üzerinde bordo-mavi bir kazak var. Bu renkler, o civarlarda yaygın kullanılıyor.
Her terminale giriyoruz. Samsun, Merzifon, Havza... Her terminalde bir asker daha alıyoruz. Daha bıyıkları yeni terlemiş çocuklar. Hep birlikte İzmir'e gidiyorlar.
Samsun'da çocuğu omuzlarda bindiriyorlar otobüse, Merzifon'da davul-zurna var. Havza'da taze asker gencin babası "hepinize hayırlı yolculuklar" diyor bize de dönüp.

Otobüsün önünü kesip İstiklal Marşı okuyorlar. Hatta otobüse omuzlarda bindirdikleri çocuğun yakınları, otobüsü şehirler arası yolda da takip ediyorlar ve otobüsün önüne kırıyorlar. Ani bir frenle duruyoruz, kapılar açılıyor. Otobüse binen yakınları "göndermiyoruz ulan seni, in aşağıya" deyip sarılıyorlar çocuğa gülümseyerek. Sonra aşağıya indirip "en büyük asker bizim asker" nidalarıyla havalara fırlatıp, kendisini yeniden omuzlarda otobüse bindiriyorlar.

Otobüsteki asker adayları kaynaşıyorlar. Molada pişmaniye, fındık, leblebi alıyor, paylaşıyorlar. Bir tanesi ise 50 kontör alıp ablasına mesaj atıyor.

Otobüste Hababam Sınıfı yayınlanıyor. Bordo-Mavi kazaklı olan "bak şimdi Trabzonspor'la ilgili süper bir laf var" diyor. Hababam maç izlemeye kaçmış, trambolinden atlayarak. Trabzonspor'a yenilmiş Fener, bizimkiler boynu bükük dönüyorlar Çamlıca Lisesi'ne. Mahmut Hoca, merdivenlerde bekliyor. Bunu gören Şaban "Biz zaten bi' Mahmut Hocadan çekiyoruz, bi' de Trabzonspor'dan" diyor. Bunu duyan çocuk, bu sözü belki de yüzüncü kez duyuyor olsa da kahkahayı basıyor.

Film bitince otobüste Trabzonspor muhabbeti başlatıyorlar. Ben uykuya dalıyorum. Gözlerimi açtığımda o bordo-mavi kazaklı çocuğun hala Trabzonspor muhabbeti yaptığını, Eskişehir deplasmanıyla ilgili bir anektodunu aktardığını görüp gülümsüyorum.

Gece 1'i birkaç dakika geçe Aşti'de iniyorum. Gözlerimde uyku, yüzümde tatlı bir tebessüm ile...

22 Şubat 2009 Pazar

Hep Karanlık

Çocukken, ailece yemeğe ya da pikniğe gittiğimiz hafta sonlarında, eve dönmeden önce yol üzerinde oturan tanıdıkları ziyaret etmek gibi bir alışkanlığımız vardı. Bu alışkanlık beni oldum olası mutsuz etmiştir. Evde bilgisayar, oyuncaklar gibi çeşitli eğlenceler dururken sıkıcı misafirliklere zaman harcamak bir çocuk için yeterince rahatsız edicidir.

Bu ziyaretlerimizin biri de onların evine olmuştu. Telsizler'de oturan bir aile, babamın uzakta akrabaları... Yolda konuşulanlardan anladığım kadarıyla çocukları görme engelli. Hayatımda ilk kez bir görme engelli ile karşılaşacağım. Çok garip bir duygu içimdeki.

Gözleri yemyeşil, beyaz tenli, sarışın bir çocuk. Bebekken, babası kucağından düşürdüğü için görme duyusunu yitirmiş. Ben yaşlarda, on bir belki on iki... Babamın elini öpüyor, ona "dayı" diye sesleniyor. Evlerinin yakınındaki Körler Okulu'na gidiyormuş. Anlattıkları kadarıyla derslerinde de başarılı...

Bir yarışmaya girecekmiş, kazanana "konuşan saat" hediye edeceklermiş. Çocuk halimle gün içinde saate bakmanın önemini kavramaya çalışıyorum. "Dersin bitmesine ne kadar var?" ya da "annem eve ne zaman gelecek?" sorularının cevabını gizliyor o saat. Bir tuşa basacak ve saat ona "beşe on var" diyecek, "babanın gelmesine az kaldı" ve hatta "az sonra abin okuldan gelecek"...

Çok şımarık yetiştirildiğim söylenemez, ancak evin en küçük çocuğu olduğumdan ne kadar istemeselerde zaman zaman o şımarıklığımı hissettiğim olurdu. Bu tarz karşılaşmalarla örselendi sanırım o şımarıklığım.

Birkaç hafta sonra o yarışmada ikinci olduğunu ve çok üzüldüğünü öğrendik. Saati başkasına vermişler. Bahsettiğim doksanlı yılların başları, alışveriş merkezleri, internet, vb. sizi bir şeylere daha ucuza, daha kolay ulaştırabilecek hiçbir kaynak yok. Yine de bir akşam babamın eve konuşan bir saatle geldiğini hatırlıyorum. Saat ne yazık ki İngilizce konuşuyordu.

Ona saati verdiğimizdeki mutluluğu, mutluluğunu çocukça ifade edişi hala aklımda. Her iki dakikada bir saatin düğmesine basıyor, saat "ten to five" ya da "half past four" dediğinde duyduğunu "tentı fay" ya da "hal pas for" diye bozuk bir şekilde tekrar ederek "saat kaçmış?" diyerek bana soruyordu.

İlerleyen aylarda bizi ziyarete geldiler. Saati anlamasına yetecek kadar İngilizceyi birkaç hafta içinde öğrenmiş. Benimle bir şeyler oynamak istedi. O zaman benim tek eğlencem bilgisayar olduğu için ona bir futbol oyunu açtım. "Çok parlak bir şey var." dedi yüzünü bilgisayarın ekranına iyice yaklaştırarak. Çocuk halimle ona oyunda olan şeyleri aktarmaya çalıştığımı da anımsıyorum.

Onu yıllar sonra tekrar gördüm. Annem ve babamla bir akşam ziyaretine gittik. Annesi bahçede karşıladı bizi, kendisi içerde uyuyormuş. Eve girdik, koridora çıkmış tuvalete giderken karşılaştık onunla. "Kim var orada?" diye seslendi. Babam kendisini tanıtınca "dayı, sen miydin? Korktum ben de..." diye karşılık verdi.

Müziğe merak salmış. Klavye çalıyormuş, besteler yapıyormuş. Yine de mahallenin çocuklarının penceresinin önüne gelip "kör" diye dalga geçmeleri onu çok üzüyormuş.

Arabayla bir yerlere dondurma yemeye gittik. Ne yazık ki dondurma tabakta geldi ve dondurmasını yiyemediği için ona babam yardımcı oldu. "Dayı karizmayı çizdirdik" diyerek bir kahkaha attı.

Dönüş yolunda "Bizim eve geldik, değil mi?" dedi bir an. Nereden anladın diye sorunca da "geçtiğimiz yerler çok aydınlıktı, ama bizim evin civarı hep karanlık" diye karşılık verdi.

15 Şubat 2009 Pazar

Sevgililer Günü - 14.02.2009

Kahve almaya gitmişim. Sırada bekleyen çocuklar var, yaşları 10-15 arası beş erkek, iki kız. Sıcak çikolata alacaklar. Oğlanlardan bir tanesi şımarık, diğerlerine karşı üstünlüğünü sözleriyle, hareketleriyle belli ediyor. "Kolyemi alan olursa kafasını kırarım" türünden bir laf da işitiyorum kendisinden. Arkadaşları bu söz karşısında sessizler, daha çekingen duruyorlar.

Bir tanesi "buzlu çay alacağım" diyor, bir diğeri milkshake istiyor, öbürü "bende hiç para kalmadı" diyor... Şımarık olanı, çocuklardan birine "Cansu'ya sen mi ısmarlayacaksın? Sevgilisi olarak senin ısmarlaman gerek" diyor. Sonra da gruptaki diğer kıza dönüp "Gamze sana kimse ısmarlamıyor, senin sevgilin yok!" diyor. Daha önce parasının olmadığını açıkça beyan eden çocuk "benim param olsaydı, ben ısmarlardım ona" diyor.

Hep bu saflıkta kutlanacak nice sevgililer günlerine diyorum...