26 Kasım 2014 Çarşamba

Sanrı

Her şey kabuslarla başladı.

Güzel bir gençlik eğlencesiydi depresyon. Afrika'da ölen çocuklar, sokakta dilenen insanlar ve niceleri... Hayat kötü, hayat acımasızdı. Bir kadının yanağına inen her fiske, benim, en az o kadın kadar benim acımdı. 

Adı -sözde- depresyondu. Hakimiyetin bende olduğu bir oyundu.

Dedim ya, aslında her şey kabuslarla başladı. Yirmi -belki otuz- gece üst üste titreyerek uyandığım alacakaranlıklarda birikiyordu. Sabah mutsuzluklarında, yatağa gömülüp kalmak istediğim öğle vakitlerinde ve hatta güneş battıktan sonra dahi uyanmaktan imtina ettiğim akşamüstlerinde... Benimdi. Duyarsızdım, gözümün önünde büyüyordu, görmüyordum. Ama benimdi!

Ansızın gelen ağlama krizleri... Yoksunluğa, bir çeşit kimsesizliğe, çaresizliğe dökülen gözyaşlarım... Benim! Sahiplenmekten korkuyorum ama benim! Hep benim...

Ertesi güne doğan sahte güneşler... "Ben iyiyim"ler, her şeyin kısa süreli mutsuzluk anları olduğuna dair bir inanç! Kahkahalar, insanın içine dolan, kendini her şeyi aşmış hissettiren o sahte neşe... 

Ve bir gün geldiğinde, aslında tüm olan bitenin basit, iniş-çıkışlarla dolu bir döngü olduğunu fark ettiğiniz, kendinizi ağlamaktan, yardım istemekten alıkoyamadığınız o an... Ölümün bir kurtuluş, teslimiyetin sonsuz huzur olduğunu idrak ettiğiniz o gece yarısı...

Terapiler, ilaçlar... Antidepresanlar... Beyninizi uyuşturan, sizi bir battaniyenin güvenli sıcağına hapseden türlü uğraşı... Yitik bir özgüven, geleceğe dair kaygılar... Ve depresyonun vazgeçilmezi pişmanlıklar!

Hepsi benim! 

Şimdi yıllar öncesinde kalmış o günlere bakıp kabullenmesi kolay. Zordu, ama bir şekilde hep güzel bir hikaye oldu. Dündeydi, geçmişti, bitti.

Bir sigara yakmak geliyor bazen içimden. Üst üste -kimbilir- kaçıncı gecedir gördüğüm o kabuslar için...

Biliyorum, hatırlıyorum. 

Her şey kabuslarla başladı.