20 Nisan 2008 Pazar

1989

yaşım daha yedi veya sekiz, teyzemlere gitmişiz, niksar'dayız. teyzemin kızı var ben yaşlarda, günlerimi onunla oyunlar oynayarak, bahçe içindeki evlerinde kedileri kovalayarak geçiriyorum.

mevsimlerden de yaz, en güzel doğal meyveler satılıyor pazarda. kayısı almışlar kilo kilo, çekirdeklerini biriktiriyoruz. biraz biriktirip kırıp yiyeceğiz içlerindeki bademleri. ikimizin de elinde birer tas, yanımızdan ayırmıyoruz.

bir gün evlerine misafir geliyor. misafirin çocuğu var biz yaşlarda. ama tabi biz teyzemin kızıyla çok iyi ikili olmuşuz, çocukla ilgilenmiyoruz. o da bir kenarda, annesinin dizinin dibinde oturuyor. ayrıca şimdi daha net hatırlıyorum da, ben akça pakça şehirli çocuk durumundayım, çocuğun ise saçları bitlenmesin diye üç numaraya vurulmuş, kavruk bir teni var. biraz da yabancılıyorum onu, yanına yaklaşmıyorum.

mutfakta da yemek pişiyor, bakıyorum patates kızartıyor teyzem. hemen kızarmışların üstünden almak için kayısı çekirdeği tasımı masanın üzerine koyup koşturuyorum. bir-iki tane patatesi ağzıma atıp arkamı dönünce bir bakıyorum ki, teyzemin büyük oğlu (yaş: 20) bir avuç kayısı çekirdeğini almış. saldırıyorum üzerine "versene çekirdeklerimi" diye. o sırada fark etmemişim ama hemen yanımızda misafir çocuk varmış. ben öyle ağlak ağlak teyzeoğluna saldırınca avucundaki kayısı çekirdeklerini uzatıyor çocuk. o an anlıyorum ki bizim kayısı çekirdeklerimize imrenmiş, teyzemin oğlu da çocuğa vermek için almış bir avuç.

almıyorum çekirdekleri, "sen ye" diyorum. utanıyorum...