13 Nisan 2008 Pazar

Eğitim Dairesi Başkanlığı Kütüphanesi - 02.30

Eğitim Dairesi Başkanlığı Kütüphanesinin gece saat iki buçukta ne kadar hüzünlü bir yer olabileceğine inanmazdım. Aslında gördüğüm her kütüphanenin içinde bir parça yalnızlık, bir parça terkedilmişlik barındırdığını biliyordum. Okunmamış, kimbilir kim tarafından ne zorluklarla yazılmış onlarca kitap vardı içlerinde. İnsanların çoğu televizyonları başında magazin programlarını, futbol sohbetlerini izlerken, bir kısmı diskolarda, barlarda zaman öldürürken, sadece benim gibi birkaç yorgun ve yalnız insan için o saatlerde o rafları işgal ederdi kitaplar ve kütüphaneler de onları yağmurdan, soğuktan, dışarının pisliğinden koruyan sığınaklar olmaktan öteye gidemezlerdi.

Salonda benden başka kimse kalmamıştı. Aslında ben saat on ikide kapanacak kütüphaneyi, biraz da nüfuzumu kullanarak geç saatlere kadar açık tutturmayı başardığımda insanlar sevinmiş gözükmüşlerdi. Ben de işimi bitirene kadar benimle oturacaklarına, ben işimi bitirince hepsinin gözlerinin içine bakarak "iyi geceler" dediğimde bana aynı içtenlikle karşılık vereceklerine falan inanmıştım. Yine de önceleri üstünde durmadım. Güçlüydüm, güçlü kalmalıydım.

Arka tarafta bir nesneden tıkırtılar geliyordu. Bu tıkırtılar düzenli aralıklarla tekrar eden, insanda bağışıklık kazandıracak cinsten şeyler de değillerdi. Yerimden kalktığımda gördüm ki arkamdaki salonun ışıkları sönmüş, bir tek benim oturduğum kısmın ışıkları açık kalmıştı. Tıkırtı da bir süre önce söndürülmüş, tavana monte edilmiş o garip aydınlatıcıdan geliyordu. Üzerinde durmadım.

Bankamızın hiç bilmediğim bilgisayar sistemi üzerinde çalışıyordum. Hesap İşletim Ücretleri, Ters Bakiye Veren Hesaplar ve bunlar gibi daha bir sürü karmaşık şey... Pek çoğunu ilk bakışta anlamıyor, üzerinde durdukça,
çeşitli şubelerimiz çapında arama yapıp birazcık kurcaladıkça kavrayabiliyordum. Yapılan işlemleri listeliyordu program. Kullanıcı kodlarını görüyordum işlemleri yapanların. "ADEVRAN", "MGULER", FTEKSES"...

O an zaman bıçak gibi kesildi. Gözlerim çalıştığım ekrana daldıkça, etrafımı farkında olmadığım bir sis bulutu sarmış gibi hissettim. Çevremi, nerede olduğumu göremiyordum. Belki tam da o an aratma yapmış olduğum Uzundere Şubesindeydim. Gün boyu o an ekranda gördüğüm kullanıcı adlarına sahip personelin bulunduğu şubede çalışmış, saat ilerleyip herkes eşine, annesine, babasına, çocuğuna, evine dönmüşken ben geç saatlere kadar orada kalmış, fin@rt denilen sistemde "ben yokken bu şubede neler olmuş"u kurcalarken birileri hayatlarını sürdürmeye -benden habersiz- devam ediyormuş. Biraz daha çalışacak, sonra da beni aslında hiç bilmediğim bir şehirde, beni kimsenin beklemediği bir eve, belki bir otel odasına dönecek ve ertesi gün için kendimde aynı gücü bulana kadar uyuyacaktım. Gözlerim kısılmış, nefesim kesilmişti. Ama işte şimdi fark ediyordum ki, ekran koruyucum devreye girmiş, beni sanrımdan uyandırmıştı. Saat iki buçuktu, Eğitim Dairesi Başkanlığındaydım.

Toparlandım, orada daha fazla duracak gücüm yoktu. Koridora çıktığımda, yanan tek ışığımı da söndürmüş ve zifiri karanlıkta ilerliyordum. Merdivenleri indiğimde bomboş bir lobi buldum. Oysa gün boyunca şık erkekler, güçlü kadınlarla dolu olurdu burası. Şimdi bir ben vardım, bir de koltukların tekinde uyumakta olan gece görevlisi. "Işıkları söndürdüm" dedim kendisine, bana uykulu uykulu "sağ olun" dedi. "İyi geceler" deyip çıktım.

Dışarı çıktığımda sanki o alanı ilk kez görüyormuşum gibi garip hissettim. Dört aydır haftaiçi her sabah geldiğim yer, sanki fin@rt ekranlarının birinden çıkmış bir şubenin önü gibiydi. Kendi şehrime tamamen yabancıydım, hiçbir yeri tanıyamıyor, yolumu bulamıyordum. Arabama bindim ve bomboş, hafif yağmur çiseleyen sokaklara daldım. Her yerde gecenin ve yağmurun hüznü vardı. Benden başka herkes, bir yerlerde sabit bir hayat yaşarken ben bir koşuşturmacanın ortasında bocalıyordum.

Beni kimsenin beklemediği evime geldiğimde, kafamı bütün bunlarla oyalamak için çok yorgundum. Üzerimi çıkardım, elbiselerimi -yarın tekrar giymek üzere- askıya astım ve soğuk yatağımda uykuya daldım.

Bazen tüm bunlar, hayatımın büyük bir dönemine damga vuracak izlermiş gibi geliyor. Bazen de gidip o kullanıcı adlarına sahip kişilere, o hayatlara, o hiç görmediğim şubelerin ön bahçelerine, çok üşüyeceğimi bildiğim misafirhane odalarının bomboş yollarına vurasım geliyor kendimi. Güçlü kalmalıyım, tek bildiğim bu.