13 Haziran 2013 Perşembe

Koza

Sarı ve lacivert iki oturaktılar. Belki o dönem boyları belime yükseliyordu, şimdi belki dizime varmaz. Ters çevirince kova oluyorlar, tüm oyuncaklarımı içlerine alıyorlardı.

Demirleri gıcırdayan, eski bir somyamız vardı, onun altında dururlardı. "Dikkat et" derdi annem onları yerlerinden her çıkartışımda. "Somyanın telleri elini kesmesin"

Tüm dünyamın sıkıştığı iki küçük oturaktı onlar. Üzerine döküldüğü halının sınırlarını hiç taşmayan oyuncaklarım...

Arabalar giderdi o halının üzerinde, küçük oyuncak adamlar yürürdü. Yollar kurardım, köprüler yapardım. Ne bir ağaç kesilirdi, ne de bir canlı incinirdi. Boylu boyunca sürerdim halıda o arabaları.

Büyüdükçe iki küçük oturağa sığmaz oldu dünya. Karanlıkları var, zahmeti var. Korkuları, pişmanlıkları var. Ölüsü, dirisi var. Bazen iyi sandığın kötü çıkıyor, bazen yendim sandığın seni yeniyor. Yenileniyor, asla bilmiyorsun sınır nedir? Nerede başlar, nerede biter?

Başka bir otel odası... Önümde yine karanlık yollar. Çok gezdim, artık sanki biliyorum. Tüm insanlar öyle ya da böyle birbirine benziyor. Artık sokağa çıkıp onları tanımak istemiyorum. Tanımam gerektiği kadarını tanıdım, sevebileceğim kadar sevdim onları. Bitti...

Artık küçük bir kozanın içine iki kişi girmek, orada ölmek istiyorum.