17 Aralık 2009 Perşembe

Otel Yalnızlığı - Adana

“Yalnızlığın tek kötü tarafı yalnızlık işte, yoksa çok şahanedir yalnızlık…”

Feridun Üstad böyle buyurmuş. Memleketi Adana’da, sabah kahvemi içerken okudum. Yalnızlığa ilişkin duyduğum en güzel üçüncü söz bu. İkincisi paylaşılmaz olduğuyla ilgiliydi. Birincisini ise çocukluğumda annem söylemişti. “Yalnız gezen çocukları kaçırıyorlarmış.”

Dün akşam, sarımsaklı çok ağır bir balık yedim. Mideme acısı çöktü. Lüks bir otelin en büyük odasında uyudum. Çarşafları, yastığı, yorganı nasıl oluyorsa tertemiz ama bütün güzel otellerde olduğu gibi temizliği çağrıştıran bir kokusu da yok. Sanki evrenin başka bir boyutundan çalınmış bir cisim her biri.

Çalışma masam açık bir alanda. Gün içerisinde bazı bazı müşteriler geliyorlar. Oturtup sohbet etmek geliyor içimden, sonra vazgeçip ilgili personele yönlendiriyorum. Dosyalar kafamı karıştırıyor. Sanki Şube’de bir şeyler var. Bazen de “yok canım, o benim hüsnü kuruntum” diyorum. Hüsnü Kuruntu… Nuriye Kantar…

Aklıma geçmişten sahneler geliyor. Tek kanallı siyah-beyaz televizyonun sunduğu dünyanın bana engin geldiği günlerde yaşandı o anlar. Şimdi bir yaprak misali savruluyorum ve görüyorum ki aslında dünya cebime sığacak kadar küçükmüş.

Yeşil kalemimi açmak için açacak istedim. Bulamadılar, bıçakla açtılar. Böylesine nostalji fazla… Az sonra kolayla fantayı karıştırıp getirecekler diye korkuyorum. O zaman belki ben de çayıma bisküvi doğrayıp iğrenç bir kıvama gelinceye dek karıştırdıktan sonra kaşıkla yiyebilirim.

“Yalnızlığın tek kötü tarafı yalnızlık işte” demiş ya… Adam haklı, “yoksa çok şahanedir yalnızlık…”