11 Mart 2014 Salı

Mektup

Telefonla anlatması zor oluyor, ama hayatım son bir buçuk aydır çok değişti. Yüz yüze konuşma şansımız da olmuyor, iyisi mi eski usul bir mektup yazayım da anlatayım size olan biteni.

Dün eve on biri geçe gelebildim, o saate kadar çalıştık. Çok yorgundum, Esin'le ne konuştuk onu bile hatırlamıyorum. Sabah sarhoş gibi uyandım, sonra tekrar işin başına döndüm.

Ben bu bir buçuk ayda bir şeyler fark ettim, ikimize dair. Aslında hep var olan, çevreden de hep duyduğum şeylerdi belki. Sadece biraz eskimişti belki, alışılagelmişti ya da… Ben sana benziyordum. Mizacım, üslubum senden geçmişti bana. Belki senin gençliğini hatırlayanlar söylüyordu bunu ya da benim gençliğimde senin olgunluğunun belirtilerini görüyorlardı da söylüyorlardı. Bilmiyorum. Hoş bir teselli, güzel bir söylemdi bu. Ben sana benziyordum.

Bu bir buçuk aya bakınca, bir zamanlar beş kişi paylaştığımız o evde yaşayanlar haricinde kimsenin çok da bilemeyeceği bir benzerlik buluyorum aramızda.

Ben çok küçüktüm. İlkokula gidiyor muydum, lojmana taşınmış mıydık? Hiç hatırlamıyorum. Sen eve geç gelirdin. Belki bazen gelmezdin, ben görmezdim seni. Sonra sabah sen yine işe gitmiş olurdun. Ertesi gün işten geldiğinde, sen takım elbiseni askıya asarken konuşurduk. Okulda olan bir şeyi mi anlatırdım, senden bir şeyler mi isterdim? Onu da hatırlamıyorum. Varlığın inanılmaz bir güven verirdi. Ne konuştuğumuzun da çok bir önemi olmazdı. Çok küçüktüm belli ki…

Annemin bana paşa dediği günleri hatırlıyorum. Sabah kulplu bardağımda çay içirdiği günleri… Hastalığına, yaşadıklarına rağmen beni hiç ihmal etmeden büyütmeye çalıştığı, kendi sıkıntısını unutup enerjisini bana vermeye çalıştığı günleri. Ablamın anne, abimin baba olmaya çalıştığı, ama aslında onların da çok genç oldukları o günleri…

Büyüdükçe daha iyi tanımaya başladım ben seni. Annemin hastalığında belki küçüktüm ama o zaman da ve sonrasında yaşadığımız her aile dramında, beş kişi göğüs gerdiğimiz her sıkıntıda sanki daha iyi anladım seni. Yine de zaman zaman zorlandım. Sanırım ne yaşarsak yaşayalım, hayatın beni ne kadar olgunlaştığını düşünürsem düşüneyim, hep çocuktum. Seni anlamakta zorlandığım her seferde, sebep hep tecrübesizliğim, hep gençliğim oldu.

Bir buçuk aydır, senin deyiminle bir bürokrat gibi çalışıyorum. Sahada olmaktan çok farklıymış bu. Gün geliyor eski bir soruşturma raporuna denk gelip sistemin adaletsizliğine, gün geliyor eski kafalı bir iş arkadaşına denk gelip basiretsizliğine kızıyorum. Gün geliyor, bir insana hakkını teslim ediyor, mutlu oluyorum. Gün geliyor adaletin tecelli etmesine vesile olduğumu hissedip huzur doluyorum. Sahada belki aylarca sadece bir olayın hakkaniyetle sonuçlanması için verdiğim emeği, şimdi her gün birkaç olayda hak teslim etmek için harcıyorum. Yoruluyorum. Bazen çok üzülüyor, sinirleniyorum. Çok şanslıyız ki güçlüyüz. Kimsenin hakkını yedirmemeye, kimsenin ezilmesine izin vermemeye çalışıyoruz.

Bunları düşündükçe aklıma bana anlattıkların geliyor. Seninle evde herkes uyuduktan sonra sohbet ettiğimiz, sabaha kadar sürmesini istediğim o gecelerde bana anlattıkların geliyor. Sadece mezhebi yüzünden yeterlik sınavından elenmesini istedikleri o çocuğu nasıl savunduğun, sırf amirlerinden borç istiyor diye hor görülen adama nasıl sahip çıktığın, iş yapmıyor diye yaftalanan insanlara nasıl yöneticilik yaptığın… Hak yedirmemek için verdiğin onca kavga, seni tehdit eden onlarca adama karşı nasıl durduğun ve daha birçoğu… Kendine hizmet ettirmeyi çok da sevmeyişin, sana araba tahsis edildiğinde dahi erkenden aşağıya inip arabanın gelmesini beklemen… Kırgızistan’a gideceğin için verilen veda yemeğinde insanların sana bakışları, gidişine üzülmeleri, odacının sana sarılıp ağlaması…

Hiçbir zaman, hiç kimseye tepeden bakmaman, herkese eşit durman, insanları eşit görmen senden geçmiş sanırım bana. Bir parça annemin merhameti, duygusallığı, bir parça da senin adaletin, asaletin…

Esin bu kadar çok çalışmama, bazen her şeyi unutarak, kendini kaptırarak çalışmama şakayla karışık takılıyor. Aslında o kendi babasından biliyor, her fırsatta senin ve babasının birbirinize, annem ve annesinin birbirlerine çok benzediğinizden bahsediyor. Belki o da bende senden, kendi babasından bir şeyler görüyor. Beni böyle görmekten çok mutlu olduğunu hissediyorum. Sonra beraber sizi arayacağımız akşamlar heyecanla oturuyoruz koltuğa, o konuşurken ben yanında oluyorum, duyuyorum konuştuklarınızı. Sonra ben alıyorum, o dinliyor. Kapattıktan sonra hep tebessüm ediyoruz. Sizi çok özlediğimizi dile getiriyoruz. 

Geç oldu, çok çalakalem yazdım. Ne demek istediğimi tam anlamıyla ifade edebildim mi bilemiyorum. Bugünlerde aynaya baktığımda sahip olduğum her şeyi, parayla pulla ölçülmeyecek şeyleri, kendi kişiliğimi, naifliğimi, adaletimi senden ve annemden aldığımı daha da çok hissediyorum. Belki zaman zaman anlaşamadığınız tertemiz kalpli ablamı, kırkından sonra huysuzlaşan yufka yürekli, pırıl pırıl parlayan abimi görüyorum kendimde. Benim Esin’le kurmaya çalıştığımız aile de senin yıllar önce, yokluk içinde annemle kurmaya çalıştığınız aile gibi. Şimdi geçmişe baktığınızda, ikiniz de gurur duyabilirsiniz. Ben gurur duyuyorum. Hem kendimle, hem de sizlerle.

Bu bir buçuk ay, otuz iki yaşımda, seni bir kez daha anlamama vesile oldu. Eminim hayatımın her evresinde, belki baba olduğumda, belki hayatımla ilgili başka bir dönüm noktasına geldiğimde seni çok daha iyi anlıyor olacağım.

Arkadaşlarıma, üstadlara seni anlatıyorum zaman zaman. Anlatırken gururlanıyorum. Senin oğlun olduğumu hatırladığımda, o beni kızdıran olaylara, eski kafalı iş arkadaşlarına, insanların kusurlarına falan da kızamıyorum. Sadece kendimi çok şanslı hissediyor, tecrübelerimi, senden öğrendiklerimi paylaşmak istiyorum onlarla, hepsi bu. 

Annemin ve senin ellerinden öpüyorum. En kısa zamanda uzun süreli ziyarete bekliyoruz, keza çok özledik. 

Oğlun