19 Kasım 2007 Pazartesi

Anathema - Judgement

Kendisini kocaman bir boşlukta bulmuş, yalnız kalmış ve hayatla daha önce hiç olmadığı kadar sert bir mücadeleye girişmesi gereken bir kahramanın, karanlıklardan geçiş sürecini anlatan Anathema albümüdür Judgement.

Deep ile başlar. Yitirilmişliğin, o yoksunluğun ilk günüdür Deep. Kahramanın kalbi tutuşuyordur, içten içe çok büyük bir sıkıntı içindedir, henüz o ilk şoku yaşamaktadır. Oysa kendisine yaklaşmakta olan şeyi sanki bütün hatlarıyla biliyormuşçasına yaklaşmaktadır ona. Biliyordur ki, içten gülüşler, hiç bitmeyeceğini sandığı mutluluklar artık yaşanmayacaktır. Bir gün gelip her şeyin geçeceğine, olan biteni unutacağına ve geriye sadece birilerinden belli belirsiz anıların kalacağını sanmaktadır. Oysa hiçbir şey sandığı kadar kolay olmayacaktır.

All our times will come
Certain oblivion
Leaving nothing but the memories of
All the things you give
They're all you'll leave behind
Within their mind

Pitiless ile kendi içindeki savaşı başlatmıştır. İçini oyan, kalbini kemiren şeyin nedenini bir an önce bulmalıdır. Ancak bütün bu savaş içinde en çok kızdığı yine kendisidir ve kendisi, kendisine bu duruma düşmelerinin bedelini dişe diş kana kan ödetecektir. Aslında kendine bu tarz işkence edecek olması ona psikopatça bir mutluluk vermektedir, bir çeşit savunma mekanizmasıdır. Yine de bu bir çare değildir. Şarkının ikinci dakikasında forgotten hopes’un arpejinin Pitiless’a karıştırılması gibi, yaşayacağı sadece kendini cezalandırmakla geçmeyeceği türden bir karanlık olacak ve ödemeyi düşündüğü bedel kendisine fatura ettiğinden çok daha fazla gelecektir.

So quick to point the finger
When you're the source of your condition
Why should I feel sympathy
When you only show me nothing


Forgotten Hopes'la çöküşü başlamıştır. Artık alkolün çevrelediği kabuğunda, kimseden habersiz çürümekte ve kendisiyle hesaplaşmaktadır. Bir yandan yalnızlığına kızarken, bir yandan da yalnız kalmış olmasının nedeninin zamanla taşa dönüşmüş kalbi olduğuna tanıklık etmektedir. Artık unutmak faydasızdır; unutulmuş hayalleri ruhunun yalnız mezarlığında gömülüdür. Yalnızlığı sonuna kadar hisseder, kaçıp gitmeyi, hiç gerçekleşmeyecek olsa da yeniden hayaller kurabilmeyi ister, başaramaz.

Did I punish you for dreaming?
Did I break your heart and leave you crying?
Do you ever dream of escaping...
Don't you ever dream of escaping?

Bütün yalnızlar gibi yalnızlığa tahammül edemediği nokta Make It Right’tır. Hırçın değildir, bir hayalperesttir. Bir yerlerde elini tutabileceği, sanki kendisini içinde bulunduğu durumdan tutup çıkarabilecek birileri olduğuna inanıyordur. Hatta o kişi çok yakındadır, kendisine ismini fısıldamaktadır; ama o duymuyordur.

Let me feel you
By my side
Be where I can hear you
I long to feel

One Last Goodbye her şeyi kendisine itiraf edebilecek cesareti bulduğu anıdır. Acısının sebebi bellidir, o acıyı başka bir mutlulukla, o çok yakınında olduğu, ismini fısıldayan şeyle bile dindiremiyordur. Olanları unutmaya, yepyeni bir başlangıç yapmaya çalışsa da, kendisini bu kadar dibe sürükleyen şey onu rüyalarında buluyor, ona düşler aleminde birkaç dakikalığına mutlu anlar yaşatıyor, belki o özlediği şeye dokunmasına, onu koklamasına, yeniden sanki öyleymiş gibi hissetmesine ve hatta onsuzken yaşadığı her şeyi, çektiği sıkıntıları, artık hepsinin geride kaldığını sandığı mutsuzluklarını ona bizzat anlatmasına, kendisini ifade etmesine fırsat veriyor; ancak gözlerini açtığında kendisini, uyumadan önce olduğu noktanın çok çok daha gerisinde, daha büyük bir karanlıkta bulmasına sebep oluyordur. Ve kahramanımız ancak uykusundan gözyaşları içinde uyanıp yalnız olduğu gerçeğini anladığında hâlâ o acıyı taşıdığını, o günleri çok özlediğini ve o günlere dönmek için her şeyi verebileceğini itiraf edebiliyordur.

In my dreams I can see you
I can tell you how I feel
In my dreams I can hold you
And it feels so real

Ve Parisienne Moonlight… Nihayet ufacık da olsa bir ışık gördüğü an gelmiştir. Kendisini bütünüyle anlayan birisi, belki kendisi, belki yaşadığı her şeyi unutturabilecek birisi, belki kendisi de dahil olmak üzere bütün insanları, evreni ve yaşadığı, yaşamakta olduğu ve yaşayacağı her şeyi yaratmış olduğuna inandığı o ‘her ne ise’ onunla konuşmakta ve ona yaşadığı sıkıntıları, acılarından sıyrılmak için ne kadar uğraştığını gördüğünü söylemekte, ona bütün içtenliğiyle yaşadığı bütün acılarından arınmasını istediğini söylemektedir. Bunlar belki de aylardır birisinden duyduğu en tatlı sözlerdir. İçlerinde hep birer parça tıpkı her şey bittiğinde akan birkaç damla gözyaşlarına benzer hüzünlerle gelmiş olsalar da güzel sözlerdir. Bunları birinden duymaya fazlasıyla ihtiyacı vardır.

Please try to understand
Take my hand
Be free of all the pain you hold inside
You cannot hide, I know you tried to feel

Judgement’da artık uyanmış, en azından biraz olsun sağlıklı düşünmeye başlamıştır. Yaşadıklarının kaderin bir parçasına olduğunu düşünerek kendisini bütünüyle suçlamaktan vazgeçmiştir. Hatta kendisine acıları yaşatan şeylerin bizzat kendi öfkesi, kendi yarattığı korkuları, içinden geçen kötülükler olduğunu fark etmiştir. Kalbine soktuğu bu kötülük, ondan genç olduğu, hayatın çok çok uzun olduğunu düşündüğü zamanki saflığını da –günbegün- alıp götürmüştür.

All the hate that feeds your needs
All the sickness you conceive
All the horror you create
Will bring you to your knees

Boğazındaki düğümün biraz olsun çözülmesi, kalbinde yaşadığı her saniye çılgınca kanat çarpan kuşun durulması Don’t Look Too Far’dır. Acının etkisi azalmıştır. Hatta öyle ki, artık üzerinden geçen tatlı esintinden bile haz alabilmektedir. İçindeki karmakarışık duyguları biraz olsun çözümlemiş, doğruyla yanlış, mantıksız ile makûl arasına bir çizgi çekebilmiştir. Ancak yine de ayakları yerden kesilecek kadar mutlu olduğunu hissettiğinde, sıkıca yere basması konusunda uyarmaktadır kendisini. Eski çocuksu mutluluklardan, olgunluğa attığı koca bir adımdır yaşadıkları.

A cool breeze down my spine
And if i'm really here
Then i feel fine


Emotional Winter’da; bir zamanlar, o çok mutsuzken, acıların kralını yaşarken düşlediği, Make It Right’da sesini duyduğunu sandığı kişi gelip kendisini bulmuş ve kendisini garipsemiştir. Solgun gülüşünü görmüş, suskunluğunu fark etmiş, sakladığı yaraları olduğunu anlamış, yine de evinden –ki buradaki ev aslında kahramanımızın kendisine ördüğü ve sadece kendisinin girebildiği, içeri girdiğinde bütün dış etkilerden yalıtıldığını hissetiği o zırhtır- çok uzakta da olsa yalnız olmadığını, geçmişinin çok uzakta kaldığını, artık sıcak yaz ışığında dinlenmesi gerektiğini anlatmaya çalışmaktadır. Rüyalarında onu gördüğünü, güneşin yeniden doğup, gözyaşlarının dindiği günlerin gerçekleşecek olduğuna hep inandığını söylemektedir, onun için rüya henüz başlamıştır. Oysa kahramanımız zaman içinde, hayatın faniliğinde kaybolmuştur, değişmiştir. Artık küçük mutluluklara inanmayan, kendisini bütün bunları anlatan yüze bakarken aynı hisleri düşünemeyen birisi olmuştur. Yaşanmamış, yitirilmiş zamanlar geri dönmeyecek ve asla eskisi gibi hissetmeyeceklerdir.

Those wasted moments won’t return
And we will never feel again

Wings of God kahramanın vardığı noktadır. Artık yalnızdır, kendi ruhunda kimsenin nüfuz edemeyeceği bir zırh içinde yaşayan bir dokunulmazdır. Tek başına, kendine yeterek yaşamanın yalnızlık sayılmayacağına inanmaktadır. Metropol insanının yalnızlığını sonuna kadar yaşamakta ama buna yalnızlık değil, inziva adını vermektedir. Üstelik bu tavrının, bu hastalıklı dünyada yaşadığı acılardan kaçan herkesin sığındığı bir savunma mekanizması olduğunun da bilincindedir ama asla eskisi gibi olmayacağını da bilmektedir.

Solitude was never seen as loneliness
And things need time
And time leads to other things
And playing roles
Which are limited
By the poor fund of knowledge
In this sick, sick world
We all fall down
Once in a while
Escaping the law of the unexplained pains.

Anyone, Anywhere onca şey yaşadıktan sonra vardığı noktadan sızlanışıdır. Kimsenin acılarının aslında kimsenin umrunda olmadığı, bir tarafta kendisi nefessiz kalacak kadar büyük sıkıntılar yaşarken çarklarının ondan habersiz döndüğü bir dünya için yaktığı ağıttır. Kaybettiği şey çocukluğudur, saflığıdır. Bir zamanlar birilerine karşılıksız duyduğu güvendir. Karşılıksız vermesi, karşılıksız sevmesidir. Bunları yitiriyor olduğunu –ya da belki de çoktan yitirmiş olduğunu- idrak ettikçe hâlâ bir şeyler için geç olmadığına inanmak ister. “Beni bırakma” diye yalvarır ama geriye dönüş olmayacaktır.

No, don't leave me here
The dream carries (me) on inside
I know...
It's not too late
Lost moments blown away tonight