18 Eylül 2009 Cuma

Bayram - Eflani

Köy yolları kötü… İçinde bulunduğumuz araç da benden birkaç yıl yaşlı bir Renault Toros. Yanımda Müdür Bey var, bana mermer çıkartılan arazileri gösteriyor. Kriz yüzünden mermer çıkartan işletmeler batmış, insanlar işsiz kalmış.

Köye vardığımızda görüyorum ki sokaklar bomboş. Kimseler kalmamış sanki. Bir kovboy filmini andırıyor ortalık. Terk edilmiş bir kasaba… “İnsanlar artık hep şehre göçüyor Üstad” diyor Müdür Bey, “nüfus bir anda eridi gitti, Eflani’de köylerle beraber toplam 10.000 kişi ya var, ya yok”

Aradığımız eve götürüyor taksici. Kapısı kapalı. Kapının üzerinden bahçeyi ve köy evini görüyoruz. İçeriye sesleniyoruz, bir teyze çıkıyor. “Oğlum İstanbul’da” diyor. Birkaç soru soruyoruz. Kadıncağız tek başına yaşıyormuş o köyde. 2-3 tane hayvanı varmış, onları da satmış. Bahçesine ekip biçtiğiyle kıt kanaat geçiniyor.

Bir başka eve gitmek üzere ayrılıyoruz yanından. Bir sonraki durağımızda başka bir kadın çıkıyor karşımıza. Çocukları evlenip gitmişler, kocası da kanserden ölmüş. Evde bir başına kalmış. Bacakları ağrıyormuş. Her halinden hasta olduğu belli. Ona da aynı soruları soruyoruz. Hepsi işle ilgili şeyler. Üzerimde takım elbisem var. Daha da ötesi taşıdığım, taşımak zorunda kaldığım kimlik… Teyzenin elini öpüyorum. ziyaretine, ayaküstü de olsa, geldiğimiz için mutlu. Belki de aylardır ilk kez birisi ziyaretine geliyor. Öyle mutlu…

Dönüş yolunda annemi özlediğimi hissediyorum. Yanında olup, yanaklarından öpmek geliyor içimden.

Önümüz bayram. Ben sevdiklerimle, uzakta kaldıkça değerini daha da iyi anladığım ailemle bir arada olacağım.

Kavuşmayla biten hasretler olsun yeter ki. Özlemek olsun, sevmek olsun…