15 Ekim 2009 Perşembe

Astronot

“Baba yıldızlara ellerimi uzatıyorum ama onlara uzanamıyorum” demişti bir keresinde. Üç yaşından biraz büyüktü. “Senin boyun uzun, sen uzanabiliyor musun?” Gülümsemişti babası. Ne diyeceğini bilememişti? “Onlara kimse uzanamaz ki! Onlar uzayda…” diye yanıt vermişti. “Uzay ne demek?” diye sormuştu çocuk. Babası, “Uzay, dünyanın çok uzağında bir yer. Orada yıldızlar, dünya gibi başka gezegenler var.” diye karşılık vermişti. “Hani ay dede çıkıyor ya geceleri. O da uzayda.” diye de eklemişti. Çocuğun kafası karışmış, birkaç gün uzayı anlamaya çalışmıştı.

Okuma-yazmayı sekiz yaşında öğrenmişti. Sekiz yaşına gelene kadar da uzayla ilgili sorular sorup durmuştu. Uzayda gezegenler çarpışmıyorlar mıydı, ay dede neden bazen zayıflayıp incecik kalıyor, bazen de büyüyüp kocaman bir tepsi gibi gözüküyordu ve daha bir sürü şey. Ansiklopedilerin birinde belinde kocaman bir halka olan bir gezegen görmüştü. O gezegenin kemer takmış bir bayan olduğundan emindi. Büyük ihtimalle de en yakınındaki erkek gezegenle evliydi.

Okuma öğrendiğinde saatlerini dergilere, ansiklopedilere ayırır oldu. Ancak okudukları onu hayal kırıklığına uğratmıştı. Gezegenlerin cinsiyeti, yıldızların kendi ışıkları yoktu. Gezegenler akşamları yıldızları yakıp uzayda parti düzenlemiyorlardı. En sevdiği insanların isimlerini verdiği gezegenlerin aslında Plüton, Satürn gibi saçma isimleri vardı. Ve kimse, boyu her ne kadar uzun olursa olsun yıldızlara zıplayarak dokunamazdı.

Öğrendikleri canını fazlasıyla sıkmıştı. Okulda bir gün öğretmeni “Senin neyin var canım? Bir sıkıntın mı var?” diye sorduğunda ona “ay dedeye sarılamıyorum” diye karşılık vermişti. Öğretmeni ona gülümsemiş ve kendisine ayın yüzeyine çıkan insanlardan bahsetmişti. Kardeşinin giydiği tulumlara benzeyen beyaz, kabarık elbiselerle tozdan bir zeminde yürüyen insanların resimlerini göstermişti. Resimleri görünce kendisini daha iyi hissetmeye başlamış, bir gün uzaya gidip annesine saçlarına takması için uzaydan birkaç yıldız getirebileceğine inanmıştı.

Kararını vermişti, astronot olacaktı. Bir gün uzaya gidecek, Uranüs dedikleri gezegenin üzerine kocaman harflerle “Boncuk” yazacaktı. Boncuk köpeğinin adıydı ve Uranüs gibi saçmasapan bir isimden çok daha güzeldi. Aya ayak bastığında yere yatıp kollarını kocaman açarak kucaklayacaktı onu. O resmini bütün dünya çocukları görecekti.

“Biliyor musun, ben astronot olmak istiyorum” demişti bir keresinde amcasına. Amcası kendisine gülümsemiş “Astronotlukta para yok, sen mühendis ol, doktor ol” demişti. Suratını ekşitip kalkmıştı kucağından. Amcasına birkaç gün bozuk çalmıştı.

Bir gün sınıfına bir adam gelmişti. Bu adam, tenefüste arkadaşlarından duyduğu kadarıyla Müfettişti ve herkes ondan korkuyordu. Müfettiş sınıfına geldiğinde bazı arkadaşlarıyla konuşmuş, matematik soruları sormuştu. Sonrasında da sınıfa “büyüyünce ne olmak istiyorsunuz” diye bir soru yöneltmişti. Çocuk parmak kaldırıp “ben astronot olmak istiyorum” demişti müfettişe. Müfettiş gülümsemiş ve “Ülkemizde hiç astronot yok biliyor musun?” demişti. “Belki sen bir ilk olursun…” Bu duyduğuna üzülmeli mi, sevinmeli miydi bilemedi. Ancak böyle böyle olaylarla kırıldı hevesi.

Kendisiyle son karşılaşmamızda öğretmen olduğunu öğrendim. Kredi kartı borcu, geçim sıkıntısı, ekmek parası gibi şeylerden bahsetti. Hayatın zorluklarından, yaşama tutunabilmek için sürekli mücadele etmek gerektiğinden ve büyüklere özgü tonlarca şeyden daha… Elinde öğrencilerinin çizdiği resimlerden bir tomar vardı. En üstteki resimde, ayın yüzeyinde yakan top oynayan çocuklar vardı. Elini sıktım, gözlerimde biriken hüzünle ayrıldım yanından.
Eflani/Karabük