14 Ekim 2009 Çarşamba

Büyük Şehrin Küçük İnsanı

Bugün dışarıda hüzünlü bir yağmur yağıyor. Şubenin içi karanlık, her bir köşesine dirhem dirhem kasvet akmış. Mobilyalar sanki dün gördüğümden daha mat, ışıklar aydınlatmak için değil de, aslında etrafımı saran şeylerin ne kadar boğucu olduğunu anlamam için yanıyor. Hemen önümde, alıştığım için artık duymadığım, ama rutin bir şekilde fan sesi çıkartan siyah, kocaman bir kutu var. Penceremden yandaki evin duvarını görüyorum. Duvar dün şampanya rengiydi, bugün bakınca gördüğüm kirli bir sarı.

Burada çocuklar da yok. Okul çıkışlarında önlükleriyle sokağı maviye boyayan, bakkaldan sakız, çikolata alan, birbirleriyle konuşmalarına kulak misafiri olduğumda beni her daim gülümsetmeyi başarabilen çocuklar yok. Birkaç esnaf var, yağmurdan kaçmış, bir dükkanın önünde sohbet ediyorlar. Kendilerince dostlukları, muhabbetleri var. Yolda başıboş köpekler geziyor. Dikkat ediyorum da, onlar bile benden daha fazla buralı.

Sabah pek bir şey yemedim, karnım da hala acıkmadı. Beklemediğim bir anda düşecek tansiyonum, bundan kaçınılmaz. Belki bir görüşme sırasında, belki can alıcı bir tespit üzerinde çalışıyorken... Gözlerim kararacak, başıma belli belirsiz bir ağrı saplanacak. İşte o zaman, kimselere görünmeden ve hatta koltuğumdan hiç kıpırdamadan uzaklaşacağım buradan.

Kendimi mahalledeki çocuklarla top oynarken bulacağım. Bittikçe yenisi başlayan oyunlar oynadığım, havanın kararmasını hiç istemeyerek geçirdiğim anlara döneceğim. Hava yine kararacak. Ben evime giden merdivenleri çıkarken büyüyeceğim. Her adımımda çocuk yanımdan bir parça daha kopacak. Önce imkansız diye bir şeyin aslında var olduğuna inanacağım, sonra insanın kapasitesinin sınırlı olduğuna… Birçok şeyi istesem de başaramayacağıma ve süper kahraman diye bir şeyin olmadığına… Sarılmayı unutacağım, sevmeyi de… Paylaşmayı eskisi kadar sevmeyeceğim. Evime varacağım sonra. Üzerimde takım elbisem, elimde bavulum, yine bilmediğim yerlere, bilmediğim şeylere gideceğim.

Büyük şehrin küçücük bir çevreye ittiği insanlardanım ben. Dünyamı genişletmek için elimden sadece sevdiğim bir şarkıyı dinlemek geliyor. Adamın bir tanesi içli içli, acı acı söylüyor. Kapılıyorum sesine. Sonra birden, odamda kendisini görüyorum. Benim anlattıklarımı duyuyor mu bilmiyorum, ama beni anladığını, aslında onunla aynı şeyleri hissediyor olduğumuzu anlatıyor. Kendisini uzun zamandır böyle yakından görmemişim. Gözlerinin altı iyiden iyiye çökmüş, saçları da eskisinden kısa. Ama hala benim gibi kent insanlarının yalnızlığını anlatıyor.

En sertinden bir kahve hazırlatıyorum kendime. Derin bir nefes çekip hayata kaldığı yerden devam ediyorum.