27 Temmuz 2007 Cuma

'I Just Shot John Lennon'

8 Aralık 1980 Pazartesi... New York'ta, Dakota binasının önünde, belki de insanlık tarihinin kaderini değiştirecek olduğunun farkında bile olmayan bir akıl hastası, kurbanını beklemekteydi. Bir cebinde Sallinger'ın The Catcher in the Rye kitabı, diğer cebinde Smith-Wesson marka bir silah ve elinde kurbanına imzalatmak için yanında getirdiği Double Fantasy albümü vardı.

Onu kapıda gördüğünde, imza almak için etrafını saran diğer hayranların arasına karıştı. "John, bunu imzalayabilir misin?" diye sordu ona. John çıkalı henüz bir ay bile olmamış albümünü imzalarken başka bir hayranı da, ertesi gün bütün gazetelerin sayfalarını süsleyecek olan, John Lennon ve katilinin içinde bulunduğu o kareyi ölümsüzleştiriyordu. Albümü, gün bitmeden katili olacak olan adama geri veren John, içinde kendisini eşinin beklediği limuzinine yürüdü ve "Walking on Thin Ice" şarkısının kaydı için son bir kez daha stüdyosuna doğru yol almaya koyuldu.

Mark David Chapman, Lennonlar'ın limuzini uzaklaşırken tedirgindi. Daha sonra ifadesinde de belirteceği üzere kişiliğinin bir yüzü okuduğu kitabın kahramanı olan Holden Caulfield'di ve John Lennon'ı o an vurmamış olma nedeni de, kişiliğinin bu yüzünün diğer yüzüne baskın gelmiş olmasıydı. İçindeki Holden Caulfield, cebinde bir silah olduğunun anlaşılması korkusuyla titremişti. Oysa henüz limuzin görünürden kaybolmadan, kişiliğinin diğer yüzü büyük bir hata yaptığını, orada beklemesi ve Lennon'u ne pahasına olursa olsun öldürmesi gerektiğini söyleyecekti. Kişiliğinin diğer yüzü -yine kendi ifadesine göre- şeytandı...

John ve Yoko o akşam bir yerlerde yemek yemeyi düşünseler de vazgeçmişler ve John'un oğlu Sean'u yatmadan önce görme isteği üzerine akşam on bir sularında eve dönmüşlerdi. O saate kadar, kişiliğinin iki yüzü arasında gelgitler yaşamış olan Mark, Yoko önünden geçerken ona başıyla selam verdi ve John'un arkasında durarak ona "Mr. Lennon" diye seslenerek beş el ateş etti. O beş mermiden, dördü John'u buldu, kalan tek mermi -belki de insanlık adına- reddetti o bedenin bütünlüğünü bozmayı. John merdivenlere yığılmış, Yoko ağlayarak vücudundan, ağzından kanlar fışkırmakta olan kocasına sarılmışken, Mark ise olan bitene bütün soğukkanlılığıyla şahitlik ediyordu. Apartmanın kapı görevlisi yanına gelip "Ne yaptığını sanıyorsun?" dediğinde bile verdiği cevap bu genç adamın şeytanın ta kendisi olduğunu kanaat getirmemize yetecek cinstendi: "I just shot John Lennon!*"

Apartman görevlisinin olayı polise bildirdiğini gören Mark, hiçbir şeye müdahale etmemiş, olay yerinden uzaklaşmamış ve olduğu yere oturup kişiliğinin diğer yüzünü daha iyi kavramak adına Sallinger'a sarılmıştı. Olay yerine gelen iki polis memurundan biri Mark'ın bileklerine kelepçe takarken, diğeri John Lennon'a koşmuştu. Hastaneye yetiştirilen Lennon'un o narin kalbi durmuştu ve bir daha atmayacaktı. Mark David Chapman tam da planladığı üzere John Lennon'un şöhretini çalarak dünyanın gündeminde kendine bir yer edinmişti. Barışı, insanlığı, dünyanın ancak ve ancak sevgiyle yaşanabilir bir hâle gelebileceğini savunanların nefretini kazanırken, masa altından birileri de ona alkış tutmuşlardı.

O günün üzerinden yirmi yediden fazla yıl, onlarca savaş, insanlık suçu sayılabilecek yüzlerce olay, onun yerini dolduramayan binlerce müzisyen ve daha niceleri geldi geçti. Birileri yine dünyanın bir yerlerine ekmek yerine demokrasi götürmeyi seçti, giden her demokrasi parçası binlerce ölümü getirdi, demokrasiler sınavlar verdi, savaşı destekleyen ülkelerin yandaşı hükümetler ezici oy oranlarıyla yeniden seçildiler. Belki de bunların hepsi çok normal, sadece benim anlam veremediğim şeyler. Ancak bütün bu olan biten yaşanırken, er ya da geç öldürülebileceğini bilen bir cesur daha çıksın, olan biteni eleştirsin, yeri gelsin 'deli'yi oynasın, yeri gelsin insanları ne kadar akıllı olduğuna inandırsın, var olana bir alternatif oluştursun ve insanın bitmek bilmeyen 'doğruyu arama' tutkusunda ona yardımcı olsun isterdim.

*John Lennon'u vurdum, hepsi bu.