10 Temmuz 2007 Salı

Küçüğüm

Sanırım her kız çocuğu gibi, o da babasına bir parça âşıktı.

Onu bildim bileli elleri küçücük. Sanki başka birinin, daha kuvvetli, daha güçlü elleri olan birinin, ellerini tutmasına ihtiyacı vardı hep. Sanki ailesinin içinde daha bir sakınılan, daha bir sevilendi. Sanki o hiç büyümeyecek, hep evin orta yerinde, salondaki halının üzerinde, herkes başka bir işle uğraşıyorken bebekleriyle büyüyecek, aklına estikçe şarkılar söyleyecek ve en kötü zamanlarda bile yüzlerine tebessüm düşürecekti evdekilerin. Saçlarını okşayacaktı babası, yanaklarından öpecekti annesi. Üzerine yağan yağmurları durduracaklardı beraber, gözyaşlarını sileceklerdi.

Oysa hayatlar parça parça... Kız bir köşesinden tutuyor hayatı, bir tarafına bakıp oldu diyor, öbür taraftan, hiç beklemediği bir yerden bir tahta düşüyor, tutamıyor. Başka bir şeyi alıp yerine koyamıyor. Ağlıyor, alıştığını sanıyor ama gün geliyor, belki günün en güzel anında bir şekilde aklına geliyor, nefesi kesiliyor, göğsü daralıyor... Atamıyor.

Sonra gün geliyor, güneşi görüyor kız. Yüzüne vuran ışıkta kendisine bakıyor. Büyüdüğünü görüyor, gülümsüyor. Sonunda bitmenin de olduğu bir yolda, herkes gibi kendisinin de yürüdüğünü fark ediyor. Yoluna çıkan çiçekleri kokluyor, üzerine yağan yağmurları kovuyor. Ve o küçük kızımız, elleri hep küçücük kalsa da büyüyor...

Bunu sadece ben mi biliyorum, yoksa bütün dünya farkındaydı da, üstesinden gelemediğim küstahlığımla bu tespiti kendime mi yakıştırıyorum, bilmiyorum. Tek bildiğim, o kız içinde bir yerlerde, bir parça da olsa, babasına hâlâ âşık...