1 Nisan 2009 Çarşamba

Fatsa-Samsun Çarşamba Havaalanı

Geçen cuma yurdumun dört bir tarafının ilginçliklerle dolu olduğunu anlamış bulundum. Fatsa'dan Samsun Havaalanına giderken bile sizi gülümseten, dünyanın pek çok ülkesinde -belki de- göremeyeceğiniz garipliklerle karşılaşmanız olasıymış.

Fatsa Birlik'teki adam "abi havaalanına kadar bırakırız seni, merak etme. Buradan Metro'nun araçları geçiyor. Sen altı gibi gel, hallederiz canım abim" demişti bana. Saat altıda oradaydım, adam gitmişti. Kapısı da kilitli... "Şu köşeden geçiyor metronun servisleri" dedi oradaki başka bir adam. Çıktım Sahil Yolu'na, Ordu'dan, Giresun'dan, Trabzon'dan gelen araçların arasında metronun servislerini aramaya kolyuldum. Köşede bir servis durdu, şoföre sordum "abim 10 dakikaya kalkıyoruz, seni sapakta bırakırız" dedi. Bindim, içerde benden başka da iki bayan var. Servis dolmaya devam etti, bir 20 dakika geçti ama serviste hareket yok. Tam "doluyor artık, yavaş yavaş hareket ederiz artık herhalde" derken, birden herkes indi servisten, yoldan geçen başka bir servise bindiler. Ben de indim peşlerinden ama "sen kal abi, bunlar Ünye'ye kadar gidecek" dedi şoför. "Seni bindireceğim şimdi." Adama uçağa yetişmem gerektiğini söyleyince “gel abi, bindirelim seni” dedi. Karşında gelen bir şehirlerarası otobüse el kaldırdı. “Hoop! Birader…” diye de bağırıyor arada. Adam durdu, kapıya yaklaştık. Bir elini sırıma koydu, bir eliyle de göğsüme vurarak “aha bu abi havaalanına gidecek, sapağa kadar alsanız bunu, olur değil mi?” diye seslendi şoföre. Şoför “bak yoldan alıyoruz, bir iş gelmesin başımıza” deyince de “yahu sen bana güven, ben al diyorum” diye karşılık verdi. Eliyle göğsüme vurmayı sürdürerek.

Firma yanılmıyorsam Yalçınlar ya da Karayıldız gibi bir şeydi. İsmini unutmuş olabilirim ama kokusu hala aklımda. Eskimiş, oturduğunuzda sırtınızı dövercesine acıtan, rahatsız koltuklar, otobüsün içine aydınlatmaya yetmeyen, sarı, ölü ışıklar… Yolda bir de kaza atlattık ki, sapakta indiğimde temiz havayı tekrar soluduğuma şükrettim.

Sapakta taksiler var, havaalanı 10 TL. “Çok yazık oldu abi, vatansever bir adamdı” dedi taksici. Muhsin Yazıcıoğlu’ndan bahsediyor. “Allah rahmet eylesin.” Taksi komşusununmuş, yardım olsun diye işletiyormuş, aslen bakkalmış.

21.25’te kalkması gereken Samsun-Ankara uçağı, iki saat rötar yapıyor. O iki saat geçmek bilmiyor. Havaalanında tatsız bir tost, acı bir kahve içtikten sonra baş ağrımın geçmesini bekliyorum. Birkaç dergi alıyorum, içinde bir karikatüre kahkahalarla gülüyorum.

“Kız tavlama taktikleri” türünden bir başlığı var karikatürün. Bir tip çizmişler, tipe dış ses taktik veriyor. Diyor ki, “karizmatik olunmaz, karizmatik doğulur”, tipleme üzülüyor. Sonra “ama seni de karizmatik yapabiliriz” diyor dış ses. Seviniyor tipleme, ümitleniyor. “Önce git bi’ tıraş ol, bu sıra keller moda. Saçların bu haldeyken ..tüme benziyor.” diyor dış ses. Tipleme saçlarını kestiriyor ama yanları kestirmemiş, üst kısmı kazıtmış. Dış ses “Bu ne be? Kel ol dediysek Ziraat Bankası veznedarı mı ol dedik? Tamamen kazıt!” diye fırçalıyor dış ses. Gerisi önemsiz, zaten en çok buraya gülüyorum. Aklıma şimdiye kadar gezdiğim şubelerdeki onlarca insan geçiyor, tespitin doğruluğunu takdir ediyorum.

Uçakta yanıma bir başka bankacı düşüyor. Yol sohbet ederek geçiyor. Havaş’ta annemler alıyor beni ve saat altıda Fatsa’da başlayan yolculuğum, gecenin ikisinde yatağımda son buluyor.