17 Mayıs 2012 Perşembe

Zonguldak

Bazı şeylerin muhasebesi zor. Ne aldın, ne verdin? ... Ne kaldı?

Karakış... Otelin duvarını delecek sandığım dalgalar... Kar, çamur... Kötü yollar, bitmeyen bir soruşturma... Küçücük bir şehre sıkışmış insanlar, küçücük bir şehirde ben... Maden işçileri, dolandırıcılar, telefon dinleme kayıtları, ifadeler... 

Kayıp günler... Sorsanız "nasıl geçti" sorusuna cevap bulamayacağım bir dönem. Hayattan çalınmış anlar ve niceleri... Şimdi çok uzaktan bakarken onlara, yeni yeni idrak ediyorum. Ne verdim? Ne aldım?

Birkaç kez anlatılıp, belki sonra unutulacak hikayeler, kendimi gülmekten -ama komik oldukları için değil, paylaşılmış oldukları için gülmekten- alıkoyamayacağım ama bir süre sonra sıkacak onlarca anı... Hiç ödül almayacak altmış sayfalık bir rapor, 10 yıl sonra, zamanı geldiğinde, ben kimbilir neredeyken yakılacak 21 klasör evrak... 

Öyle ya, peki ne kaldı?

Dünya iyisi insanlar, gerçek birkaç dost... Bir vesile tanıdığım insanlar... Dokunduğum hayatlar, elimin uzandığı insanlar... İnsan olduğumu hissettiren, çok sevdiğim güzel insanlar...

İstanbul'da, bir sahil kahvesinde, o hep hayalini kurduğum ve nihayet gerçekleştirebildiğim öğle tatilinde kitap okuma seanslarımda fark ediyorum. Bir şekilde bitti, bir şekilde mutluyum. Çok şey verdim, çok şey aldım. Bir şeyler bana kaldı.