19 Mart 2009 Perşembe

Müzisyen Müfettişler

"Çağrı, gitarını mutlaka getirsin" demiş arkadaşlara, Başkan Yardımcısı. Abant'taki kurul toplantısına giderken gitarımı da alıyorum yanıma bu yüzden. Otele yerleşip, sıcak bir şeyler içmek için "Kış Bahçesi" adını verdikleri salona giriyoruz. Başkan Bey, etrafında Başkan Yardımcıları... Bana sesleniyorlar ve gitarımı getirmemi istiyorlar.

Odama çıkıp gitarımı alıyorum. Teftiş Kurulu'nun yöneticileri arasına karışıp bir zamanlar, kimsenin duymayacağını, duysa da pek fazla önemsemeyeceğini düşündüğüm şarkılarımdan bir tanesini çalıyorum onlara. Bunlara ek olarak da hep yaptığım gibi, bir adet Feridun Düzağaç şarkısı...

Tarzımı beğenmiş olacaklar ki, iki akşam sonra, Genel Müdürümüzün de katıldığı akşam yemeğinde de çaldırıyorlar bana. Aslında pek çok yerde s
ahneye çıkmışlığım var. Odtü'de, Polis Akademisi'nde, Bursa'da ve hatta Selanik'te. Ama o sahne bambaşka... İlk kez beni hep takım elbiseyle görmeye alışmış bir kitleye, sivil kimliğimi göstereceğim...

Her şey yolunda gidiyor, bir adet
Küskünüm, bir adet Feridun Düzağaç şarkısı... Kendi performansımdan memnunum. Yandaki resim de o akşamdan kalan hoş bir anı...

Sahneden indikten sonra Genel Müdürümüzün oturduğu masaya yöneliyorum. Elimi sıkıyor. Başkan Bey'in de elini sıkarken "Çağrı Bey için bir alkış daha rica edebilir miyim?" diyor sahneyi devralan sanatçı. Herkes bize bakarken hey
ecanla elimi Başkan Bey'in omzuna koyuyorum. Neyse ki o anın heyecanıyla durumu o da fark etmiyor.

Kendimce yine günün kahramanıyım. Biliyorum ki artık refakatine verildiğim bütün üstadlarım "sen Abant'ta gitar çalmıştın, değil mi
?" diyecekler. Gecenin sarhoşluğuyla otururken yanıma Mesut Üstad geliyor. Medeni cesaretimden dolayı tebrik ediyor. Kendisinin de bağlama çaldığını öğreniyorum. Daha önce arkadaşlarının, benzer toplantılarda çalması için kendisini cesaretlendirmeye çalıştıklarından, her seferinde niyetlendiğinden, hatta bir keresinde toplantıya bağlamasını bile getirdiğinden, ama hep son anda vazgeçtiğinden bahsediyor. "Beraber çalarız üstadım" diyorum. İçimden sahnede yanında biri olursa daha iyi hisseder diye geçiriyorum.

Ankara'ya döndükten bir ay kadar sonra telefon ediyor. Derneğin balosunun yapılacağından, orada çalabileceğimizden bahsediyor. O sıralar ben de eğitimdeyim. Fazlasıyla zamanım var. Birkaç akşam sonra beni eğitim binasından alıyor. Evine gidiyoruz. Gitar-bağlama bir şeyler çalıyoruz. Uyumumuz gayet güzel, yapabileceğimize inanıyoruz.

Bir sonraki çalışma için birkaç şarkı belirleyip ayrılıyoruz. O
çalışmada eşiyle de tanışıyorum. Küçücük çok sevimli bir de kız çocuğu var. Gözleri boncuk boncuk, simsiyah. Yanakları toparlak... Bana kendi deyimiyle "Hele bi' gel" şarkısını söylüyor. Üstadla çalışmalarımızı da dikkatle izliyor. Biliyorum ki şarkılarımızı ezberine alıyor. (Nazar boncuğu "maşallah" anlamında konulmuştur. Kırmızı BMW adlı yazımın üstüne söz konusu BMW'nin kaza yapması sonucu tarafımca yaşanan vicdan azabının bir eseridir.)

Aslında üstadın evine girmek çok ağır gelen bir duygu. Kravatımı gevşetemiyorum, üstad her seferinde "ceketini çıkart, rahat ol" dese de, o demeden çıkartmak istemiyorum. Eşi, üstad işten, ben eğitimden g
eldiğim için sürekli pasta-börek yapıyor. Bize yiyecek bir şeyler ikram ediyor. Biz de zaman zaman sohbet edip, zaman zaman da çalışarak geçiriyoruz zamanımızı. Bazen Üstadın kızı geliyor "Sen yine gel bize, tamam mı?" diyor, bazen üzülerek "sen şimdi gidecek misin?" diye soruyor ve gülümsetiyor bizi.

Balo yaklaştıkça heyecanımız artıyor. Bir tanesi hariç, bütün şarkı-türküleri üstad söylüyor. O bir tanesi ise benim sesimde can bulacak olan "Çarşamba'yı sel aldı."
Üstad heyecanlanıyor, bir yandan "Evde çaldığımız gibi çalarız, yaparız" diyor, bir yandan da heyecanını her seferinde belli ediyor.

Büyük gün gelip çatıyor. Baloya ablamla gidiyoruz. Üstada yakın bir masaya oturuyoruz. Sahneye çıkacağımız saat yaklaştıkça üstadın heyecanı da artıyor. Masanın altında bacaklarını hızlı hızlı salladığını fark ediyorum.

Enstrümanlarımızın akordlarını kontrol etmeye gittiğimizde "Hadi yapalım şu işi Çağrı" diyor. O an o tatlı heyecanını iyice hissediyorum. Ben biraz daha tecrübeli olduğumdan rahat gözüküyorum. Ama benim içimde de o heyecandan fazlasıyla var.

Sahneye çıkıyoruz. Üstad heyecandan konuşamıyor. Açılış konuşmasını yapmak da bana düşüyor. Ses sisteminden kaynaklı sıkıntılar yaşıyoruz ama ben oldukça rahat gözükmeye, o rahat görüntümle üstadı da rahatlatmaya çalışıyorum.

Zaman
su gibi akıp geçiyor. Şarkılarımızın hepsini çalıyoruz. Büyük bir heyecanla bitiriyoruz programımızı. Bizi dinlemek için geç saate kadar kalmış olan Başkan Yardımcıları bizi sahneden inince tebrik edip elimizi sıkıyorlar. Çok mutlu ve gururlu hissediyorum.

Üstadın eşi ve İrem Üstad'la resim çektiriyoruz. İki Müfettişin, aynı sahneyi keyifle paylaştıkları, bir sene kadar öncesinde kalmış, o güzel geceden, geriye hissettiğimiz bütün duyguların yüzümüzden anlaşılabildiği bu güzel resim kalıyor.