3 Temmuz 2009 Cuma

Üzümlü/Erzincan

Aslında gideceğim yeri duyduğumda moralim bozulmuştu. Ankara’nın doğusuna gidecek 3-4 kişiden biriydim. Başkanlıkta, herkesin içinde, Başkan Bey Üzümlü dediğinde Erzincan’ın neresine düştüğü hakkında en ufak bir fikrim yoktu. “Merkeze çok yakındır” dedi toplantı bittiğinde yanına gittiğim Başkan Yardımcısı. “20 kilometre doğuda… Güzel bir yerdir, en güzel mevsimidir şimdi.” Morallenmiştim.

Uçağa bindiğimde Söke’ye gittiğim günleri hatırladım. Ancak çok geçmeden, uçak insanlarla doldukça, ortam İzmir uçağından farklı olduğunu hissettirdi. Çok sevdiğim ve Ankara’da eğitimde olmam dolayısıyla uzağında kaldığım mizah dergilerimi okumaya koyuldum. Üzerimde akşam yapacağım kasa sayımının gerginliği vardı ve atamıyordum.

Uçaktan indiğimde hayatımda gördüğüm en küçük havaalanında olduğumu gördüm. Gelen ve giden yolcular için küçük iki salon ve geniş bir pist, hepsi bu. Bir süre üstadı bekledim, sonra da yanaşan, o bilindik şube arabalarından birine binerek Erzincan’ın yolunu tuttuk.

Bir şeyler yiyip, Ekşisu’da dağlardan akan doğal maden suyundan tattıktan sonra Üzümlü’ye doğru yol almaya başladık. Üstad yol boyunca sayımda dikkat etmemiz gereken hususlardan bahsetti. “Bana üstadım demeyeceksin” diye talimat vermeyi de unutmadı.

Üzümlü’nün içlerine doğru girdikçe, gittiğimiz yerin küçücük bir yerleşim olduğunun farkına vardım. Her yerde bahçeler, dallardan sarkan kirazlar vişneler, evlere nazır ahırlar, sokaklarda traktörler… Sonradan Müdire Hanım’dan öğreneceğim üzere ilçenin nüfusu 6.500. Belediyenin hemen yanında da, o tanıdık, bildik, gördüğümde beni evimde hissettiren kırmızılığıyla Şubemiz.

İçeri girdiğimizde sahne heyecanını yıllar sonra yeniden yaşıyorum. Müdire Hanım’ın elini sıkıp hayatımda ilk kez “Teftişiniz hayırlı olsun” diyorum. Herkese bir heyecan geliyor.

Üstad bana “üstadım” diyor, telefonla başka bir üstad aradığında “çağrı üstadla para sayıyoruz” diyor. O şubeden ayrıldıktan sonra, şubede itibarımın yüksek olması için uğraşıyor.

Sayım öncesi herkesin önündeki çekmece şeklindeki kasaların anahtarlarını cebime alıyorum. İçinde para, imzalı boş fiş, hesap cüzdanı, vs. var mı diye sayım sonrası bakacağım. Aslında böyle küçük bir şubenin kasasının sayımı yarım saati geçmez. Ancak vakti zamanında ilçenin fırıncısı, çekinin ödenebilmesi için eksik kalan 1.000 YTL’lik tutarı hesabına bir çuval bozuk para karşılığı yatırdığı için sayımın biteceği saati kestiremiyorum. Çuvalı açalım dediğimde şube personelinin yüzünde “bu sayım nasıl bitecek?” bakışını görüyorum. Masanın üstü bozuk parayla dolup taşıyor. Herkes paraları cinslerine göre ayırıp, 10’lu şekilde üst üste diziyor. Önümde bozuk para kuleleri yükselip personelin elleri bozuk paraların kirinde siyaha döndükçe içlerinden fırıncı ve/veya benim hakkımda ne düşünüyor olduklarını merak ediyorum. “Bölgede bu paraları sayan makine vardır” gibi fikirler çıksa da mecburen diziliyor paralar.

Bozuk para dizme işlemi bitince üstad o anın fotoğrafını çekiyor. Masanın üstü tamamen bozuk paralarla dolu, masanın arkasında tebessüm eden Banka personeli. “Bunu teftiş anılarına yazacağım” diyor üstad. Serinin ikinci kitabında sanırım biz de yer alacağız.

Sayım sekize doğru bitiyor. Şubeden ayrılmamız sekizi çeyrek geçeyi buluyor. Hava kararmaya yüz tutmuş, içime yine o gurbet hissini düşürmüş. İlçede kalacak yer olmadığından, merkeze, Erzincan’a dönüyoruz. Dönüş yolunda Müdire Hanım ilçe hakkında bilgiler veriyor. İlçede o kadar az şey var ki, kahvehanesinden marketine hepsini sayısına kadar biliyor.

Kalacak bir yer arıyoruz. İlk günler hep zor geçer, nereyi görsem içime sinmiyor. Güzel bir otel buluyoruz ama orada da o akşam için yer yok; ancak ertesi gün girebileceğiz. O geceyi başka bir otelde geçirmek zorunda kalıyorum. Odama gelince elimi cebime atıyorum ve personelden topladığım banko vezne anahtarlarını cebimde görüyorum. Telaşeden çekmece kontrolünü unutmuşuz.

Akşam keyifsiz oturuyorum odamda. İnternete bakıyorum, televizyona. Aslında memnun değilim diyemem. Sonuçta fareli bir müfettiş lojmanı ya da öğretmenevinde değilim. Sıcaktan bunalıyorum, uyuyamıyorum. Gece 2 gibi dalıyorum uykuya.

Sabah ilk iş personelin çekmecelerine bakıp anahtarlarını teslim ediyorum. İhmalkarlığımı telafi ettikten sonra yerime geçiyorum.

Şubede tek kalmak güzel bir duygu; ancak herkesin bakışlarını üzerinizde hissediyorsunuz. Bir müşteri tanıştırıyor kendisini, Müdire Hanım’la da birazcık sohbet edip işe koyuluyorum. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadan öğle vakti geliyor.

Bir süreliğine üstadı aramak için dışarı çıkıyorum. İnsanlar kahvede oturmuş zaman öldürüyorlar. “Selamünaleyküm” diyerek selamlıyorum onları. Onlar da “aleykümselam” diyerek karşılık veriyorlar.

Bir personel haftasonu yapılacak olan düğüne davet ediyor beni, bir diğeri bağda kiraz yemeye. Tekliflerini kibarca reddediyorum. Önce şubeyi tanımam lazım.

Hayat garip bir yer… Kendinizi hiç ummadığınız anlarda, kendisinin kucağında bulabiliyorsunuz.