26 Ocak 2010 Salı

Ayaz - Sivas

Buranın en şiddetli soğuğunu dün gördüm. İş çıkışı, yolda yürüyüp bir yandan da telefonla konuşmaya çalışırken, telefonu tutan ellerimi hissetmediğimi fark ettim. Cebimdeki elimi dışarı çıkartıp telefonumu dönüşümlü olarak el değiştirdim. Beynime giden kılcal damarlarımın donmaya başladığını hissettiğimde telefonumu kapattım. Norveçli balıkçılar için ellerinin neden kıymetli olduğunu da, ancak bu sabah, ellerim çatlamaya başladığında anladım.

İş bitmiyor. Ama bu bildiğiniz devlet dairelerindeki bitmeyen işlerden değil. Sabah 9, akşam 8 çalışsan da, istediğin çay –iş yoğunluğundan– bardağında soğusa da bitmiyor. Dokunduğum en yumuşak doku, yağlı faks kağıdının iç gıcıklayan tatlılıkta yüzeyi…

Artık Adana’ya dönmek, sıcak denizlere inmek istiyorum. Dün gece “kapitülasyon” diye sayıklayarak uyandım. Etrafıma bakındım. Almanlar yenilmişti, ben de yenilmiş sayıldım.

Sabah yine çaldı alarmım. İşe girdikten sonra kaç yüzüncü kez tıraş oldum. Bebek tenim, güzel cildim, giydiğim kösele ayakkabımın tabanına benziyor gitgide. Dışarıda yine aynı ayaz karşılıyor beni.

Yok mudur dünyanın kliması? Kim üflüyor öyle acı acı?