13 Ocak 2010 Çarşamba

Otel Yalnızlığı - Sivas

Fazlaca büyük olmayan bir otel odası en nihayetinde. Her gün temizleniyor, ama çarşaflar birkaç günde bir değiştiriliyor. Çamurlu ayakkabılarım odayı kirletmesin diye taklalar atıyor, bir otel icadı olan kağıttan terliklerimi ayağıma geçirirken denge sorunları yaşıyorum.

Bu sabah gömleğime çay damlatmış olduğumu acı ile fark ettim. O gömlek beni bir gün daha idare edebilirdi. Olmadı… Şimdi önümüzdeki haftayı çıkartacak kadar gömleğim yok.

Dışarıda kardan kalan çamursu birikintiler var. Kaldırımda ayağımı basacak doğru yeri bulamıyorum. Ayakkabılarım ıslanıyor. O ıslaklık yerini çamura bırakacak ve beni deli edecek. Bazı dükkan sahipleri dükkanlarının önlerini temizliyorlar. Gördüklerime “günaydın, kolay gelsin” diyorum. Herkesten kendi dükkanının önünü temizlemesini beklediğim bir dünya hayali, yalanlarla, savaşlarla, aldatmalarla dolu dünya için büyük bir beklenti. En azından üç-beş adım sorunsuz yürüttükleri için bir teşekkür niteliğinde o “günaydın”larım, “kolay gelsin”lerim.

Aslında iş yerinde sert, içine kapanık, soğuk biri değilim. Ama bir ve/veya birkaç üstadla beraber çalışırken, nedense kendimi geri çekiyorum. Kendimi gösteremiyorum. Bir köşede dosyalara bakan, kimseye iş dışında bir şey sormayan biri oluveriyorum.

İşte yine böyle bir sabah. Sabah kahvemi istemek için üstadları bekliyorum. Henüz gelmediler. Aslında daha önce beklemiyordum onları ama dün fark ettim ki, Mustafa Üstad ben çalışma odamızın kapısını kilitlerken basıp gitmiyor, kapının önünde beni işimi bitirmemi bekliyor. Yemeğimi bitirmemişken beni masada yalnız bırakan üstadlar da gördüm ben…

“Oğlum ben evliyim, iki çocuğum var. Ben yalnız değil miyim?” demişti abim. Poposunda gördüğünü yara zanneden bir kediyim, ben böyle dünyanın düzenini seveyim.