16 Şubat 2010 Salı

Kerem Görsev Trio - Adana

Afişini dün kebapçıya giderken gördüm. Aslında müziğini televizyonda gördüğümde sesini artırıp dinlemişliğim bile yok. Ama bu saygı duymadığımdan değil elbet...

Adana Büyükşehir Belediyesi'nin Tiyatro Salonu'nda konser... Kafaya koydum, gidip dinleyeceğim. Öncesinde bir akşam yemeği yiyeyim dedim. Otelimin yanında yer alan "İmparator" isimli kebapçıya girdim.

Burası en acılısından arabesk, en acılısından Adana kokan bir yer. Her tarafta İbrahim Tatlıses'in çerçeveletilmiş resimleri var. Bir tanesinde de, muhtemelen lokantanın sahibi olan amcanın İbrahim Tatlıses'in bir fotoğrafının yanına fotomontajla koydurttuğu resmi var. Amca tesbih yapıyor, İbrahim Tatlıses de güneş gözlükleriyle amcaya doğru bakıyor. Arkada bir deniz manzarası var. Orası da yanılmıyorsam Ölüdeniz/Fethiye...

Televizyonda İbo Show var. Önce canlı zannediyorum ama biraz dikkatli bakınca, İbo Show'un 90'lı yıllardan kalma bir bölümü olduğunu anlıyorum. Küçük bir çocuk Fırat'ı okuyor. Evet evet okuyor... Bu okumak arabesk-fantazi türünden eserleri söylemek anlamında. Hatalı kullanımını da örnekleyeyim: Hit The Road Jack'ı en iyi Ray Charles okuyor...

Kebapçıdan sonra tiyatronun önündeyim. Nispeten kalabalık gözüküyor. Gişeye yaklaşıyorum. Gişenin önünde de, aşırı elit bir orta yaş üstü topluluk var.

Ben: Bilet var mı?
Gişeci: Var abi...
Elit gruptan bir bey: Yer var diyor hala... Yazık!

Kerem Görsev en nihayetinde. Adam haklı... İbo gelse Büyükşehir Belediye'nin Tiyatro Salonu'nunu bırakın, Adana 5 Ocak Stadında yer kalmaz...

Girişte resim sergisi var. Bir bayan, güzel güzel çiziktirmiş. Tüm entelliğim üzerimde, resimleri inceliyorum. Çizgileri, renkleri... Onlara anlamlar yüklüyorum. İncelediğim resimlerde bildiğiniz atlar var. Beyaz, kahverengi... At... Dıgıdık...

Kapılar açılınca yerimi alıyorum. Herkes en az iki kişi gelmiş. Benim yalnızlığımsa çok gürültülü... Kulaklarımı tıkıyorum, yine avaz avaz bağırıyor.

Konser başlıyor. Sahneye üç kişi geliyorlar. Kontrbas - Kağan Yıldız, Davul - Ferit Odman... Piyanoda da üstad var. Başlıyor doğrudan. Güzel bir giriş... Aralarda teşekkür edip şarkılarının adlarını anons ediyor. Tiramisu, Sakızlı Muhallebi... Aklımda kalan ikisi bunlar. Bir diğerine şöyle demişti:

"Bir haftasonu İstanbul'da brunch'a gittik... Evde üşendik yapmaya, arasıra gidiyoruz öyle. İnsanlar tabaklarla sıraya girmişler, ellerinde tabaklar var. Bir adam iki tabak almış iki eline. Doldurmuş ikisini de ama... Tepeleme... Döküle döküle götürdü tabağı. Ben de o an içime doğan bir şarkı yazdım. İsmini de 'brunch' koydum..."

Benim favorim "Simple Life" oldu. Simple Life... Kim istemez ki...

"İstanbul Film Festivali'nden bir şarkı yazmamı istediler. Ben aslında sipariş üzerine şarkı yazamam. Ama filmi 30 kez izledim. 1923 yapımı bir film. Onda bir sahne vardı, onun üzerine yazdım ben şarkıyı. Sahne şöyle... Adam sabah uyanıyor. Yanında karısı var. Karısını dışarı çıkartıyor, bataklıkta evleri. Göl var, sazlıklar var. Orayı işaret ediyor, 'bak ne güzel' der gibi. Kadın bakarken de, eline bir taş alıp kafasına vuruyor. Kadın düşüyor yere, sazlıkların arasında koşa koşa sevgilisi geliyor adamın. Sarılıyor ona... Beraber bir sandala binip göle açılıyorlar. O sırada gökgürültüsü, fırtına peydah oluyor. Adamın teknesi alabora oluyor. Sevgilisi suların altına gömülüyor, adam da karaya vuruyor. Köylüler ellerinde meşalelerle gelip adamın karısını görüyorlar. Kadın uyanıyor, ne olduğunu anlatıyor. Köylülerle gölün karşı kıyısına yürüyorlar. Adamı baygın buluyorlar. Kadın adama kucağına alınca, adam uyanıyor. Burası Pamuk Prenses gibi oldu ama... Bu film için Hollywood'da setler kurulmuş, insanlar uğraşmış 2 milyon dolara mal olmuş. Gişe hasıtlatı 15.000 dolar... adamın yedi sülalesi iflas etmiş... Sonradan beğenilmiş gerçi, siyah-beyaz... Ödüller almış" derken seyirciler arasındaki bir bayan "filmi adı ne Kerem Bey?" diye bağırdı. Kerem Görsev şaşırdı ama "Sunrise" demeyi başardı. Sonrasında lafını da toparlayamadı ve "siz öyle bağırınca kafam karıştı. En güzeli, biz en iyi yaptığımız işi yapalım, müzik yapalım" dedi. Piyanosunun başına geçti. Sonra da şarkıya girmeden "Gülmek en güzel şey, umarım hep böyle güleriz" diyerek güzel bir jest yapmaktan da geri kalmadı...

Şarkılar dinlendirici ama son şarkılarını da çalıyorlar. Konserin sonunda bir "bis" beklentisiyle ayrılıyorlar sahneden. Alkışlar eşliğinde geri döndüklerinde Kerem Görsev "Aslında biz dönecektik, o yüzden acele acele gittik" diyerek gülümsetiyor. Neşeli, keyifli bir şarkı istiyor dinleyici. Latin ezgileriyle karışık bir şarkı çalıyorlar. Araya "Aman Adanalı"dan birkaç ezgi sıkıştırmayı da ihmal etmeden.

Salondan ayrılıyorum. İlk kez bir konseri tek başıma izlemişim. Birilerini aramak, hislerimi paylaşmak istiyorum. Aradığım kişiler telefonumu açmıyorlar. Hüzünle otel odama gelip odama iki şişe bira istiyorum. Oda servisi geliyor, tepside iki şişe bira, iki tane de kadeh var. Yalnızlığım suratıma acı acı çarpıyor. İki şişe birayı ve tek kadehi alıp, sahibi olmayan diğer kadehi gönderiyorum.