12 Eylül 2008 Cuma

İtiraf

Daha yaşım 12, orta 1'e gidiyorum. Bir kıza aşık olmuşum güya, şiirler yazıyorum. O zamanlar aşkı algılayışımız da farklı tabi, "saçların ne kadar sarı, ah ben tutuldum sana" türünden şeyler çıkıyor ortaya, komik oluyor ama ben tabi geceleri [gece derken orta 1'e giden adamın gecesi 20.00-22.00 arası elbette taş çatlasa] onları okuyup yarı heyecan yarı sevinç bir şey hissedip duygulanıyorum, atv'de hastane dizisini izliyorum fırsat kalırsa. bir şiir defterim var, her akşam "gözlerin ne güzel, günler geçmiyor sensiz" diye şiirler ekliyorum mutlaka, ertesi gün eş-dost okuyor, toplaşıp sınıfça ağlaşıyoruz.

Bir gün bir şiir daha ekledim oraya ama o şiir benim değildi, yazın tanıştığımız bir gitarist abinin kendi sözleriydi, hatta bestesi de vardı şiirin, daha profesyonel bir şeydi. Ertesi gün de sabahtan bir arkadaşa okuttum, çok beğendi. Ben abartıp "müziği de var bunun" dedim, söyledim. Daha bi' etkilendi. Sonra önüne gelene yaydı bunu, belki engel olabilirdim ama benim de içten içten hoşuma gitmişti bu durum. Sonuçta çocuk sayılabilecek bir yaştaydım ve bu ilgi beni çok mutlu ediyordu. Ama sonra iş büyüdü, kontrolden çıktı ve müzik öğretmenime kadar ulaştı. Öğretmenim hemen şarkıyı söyletti bana, çok sevdi şarkıyı da. Beni okulun sene sonundaki gösterilerinde çıkarmaya karar verdi.

Yanıma 3 vokalist kız verdiler, "Charey'in melekleri" diye isim taktılar. Ders çıkışlarında, öğle aralarında müzik odasında toplanır olduk. Abilerin ablaların elinde bir enstrüman mutlaka oluyordu orada, piyano vardı orta yerde, hayatımda ilk kez davul seti görüyordum. Müzik odasındaki derslerin bitiminde, sınıf dağılırken piyanoya yaklaşarak bir tuşuna -ve genellikle en kalın notasına- basıp da öğretmen "kim o terbiyesiz?" diye aranırken kalabalığa karışan sınıf arkadaşlarımın aksine, o piyanonun başına istediğim zaman oturuyor ve çalamıyor olsam da dilediğim kadar oynayabiliyordum onunla.

Aslında önceleri doğruyu söylemeye pek çok kez niyetlendim ama hem çocukluğun verdiği korkaklık, hem de yakalamış olduğum şeylerden vazgeçmek istememe dürtüsüyle sürdürdüm yalanımı.

O sene sonunda konsere çıkamadık, yeterince iyi değildik. el ele tutuşmuş şarkı söyleyen kötü sesli çocuk koroları gibi oluyorduk. Ben de utancımla hep geri durdum müzik odasından ve o abilerden, ablalardan. Ta ki bir gün kendim beste yapmaya, söz yazmaya başlayana kadar da cesaret edemedim o müzik odasından içeri girmeye.

Bir gün bir kompozisyon dersinde bu anımı yazıya döktüm, pek çok kişinin duymasını sağladım. Bu olayı hatırlayan herkese de bana o şarkımı (!) hatırlattıklarında, gerçeği dürüstçe, utanmadan, artık o zamanki halimi, bu yalanı sürdürmek istemiş olan 'ben'i kabullenerek anlatıyorum onlara. Biliyorum ki bugüne kadar yazdığım, yazıyor olduğum ve yazacağım bütün şarkılar, aslında o odanın tozlu havasını ciğerlerine çekmeyi -yalan söyleyerek de olsa- göze almış o çocuğun duyulmak istemesinin bir sonucu.