25 Nisan 2012 Çarşamba

Denizkızı

Onu hiç kimse ağlarken görmemişti. Sadece yüzü değil, gözlerinin içi, minicik gözbebekleri, bütün ruhu gülümserdi o gülerken. Güzeldi; ancak bu güzelliğinin hiç farkında değilmiş gibi yaşardı hayatı. Hata yaptığında kabullenir, zekasıyla övünmeyi sevmez, gözlerinin, yanaklarının, yüzünün güzelliğini vurgulamak için makyaj yapmazdı. Sade haliyle dünyaya gönderilen ender güzelliklerdendi.

Hep başarısız ilişkileri olmuştu. Kimseyi hak ettiği kadar sevememiş, kimse ona hak ettiği değeri verememişti. Attığı sakin, kimseyi rahatsız etmeyen kahkahalarının ardından duruluşu, başını hafifçe yere doğru eğip, azıcık açılan eteğini bacaklarının altına sıkıştırması bu yüzdendi. Ona içini görmeden bakanlar, çok neşeli, eğlenceli biri olduğunu düşünürlerdi. Oysa o içinde dışarıya hiç göstermediği bir hüzün taşıyordu. Bu hüzün zaman zaman onu yoruyor, hiç kimsenin bilmediği anlarda, hiç kimsenin görmediği yerlerde ağlatıyordu.

Peşinde onu güzel bulan erkekler oluyordu hep. Kimisi zengin, kimisi gösterişli, kimisi uzun, kimisi ukala… Ne olursa olsunlar, onların hayatına girmelerine izin veriyor, karşısında duran şeyi anlamaya çalışıyor ve o şey hiç kimsenin dokunmadığı bir noktaya temas ettiğinde de o kişiden o an vazgeçiyordu. Her seferinde korkaklığına, gerçekçiliğine kızıyor ve her seferinde aynı hatayı yapmaktan geri durmuyordu.

Zamansız zamanlarda aşkını ilan edenler oluyordu ona. Anlamazdan geliyordu çoğu kez, anlamak istemiyordu. Bütün ilişkilerinin kontrolünü elinde tutmak, içinde çocukluğunu yaşattığı sınırlardan içeri kimsenin girmesine izin vermiyordu. Hiç kimsesi yoksa kızıl saçlı denizkızı bebeği vardı. O bebeği çoğu kez gözyaşlarıyla ıslatmıştı.

İçinde büyük bir yalnızlık taşıyordu. İnsanların arasında yaşıyor, onlarla konuşuyor, onlara dokunuyor ama onlar hiç yokmuş gibi hissediyordu. Tozdan bir buluttu hayat. Geliyor, ağırlığını hissettiriyor ve geçiyordu. Bütün günler aslında birbirine benziyor, gün boyunca gülüyor, arkadaşlarıyla şakalaşıyor, günün sonunda yatağına tek başına giriyordu.

Onu son gördüğümde bir tren garında bekliyordu. Bilet almamıştı, o bileti alacak cesareti hiç olmamıştı. O garda bir süre bekleyecek, vagonların doluşuna tanıklık edecek, birileri uğurladıkları sevdiklerine el sallarken o bu tabloya şahitlik edip gardan ayrılacaktı. Sonra odasına gidecek, denizkızına sarılıp uyumaya çalışacaktı. Tren yaklaştıkça estirdiği rüzgarda üşümüştü. Ceketimi omzuna koydum. Bana hiç bakmadı; ama cekete sıkı sıkı sarıldı. Başını omzuma koyup hayatının en tatlı uykusuna daldı.
Bakırköy/İstanbul