25 Nisan 2012 Çarşamba

Engin

Hududu çizilmemiş bir yalnızlık bu. Uçsuz bucaksız, okyanuslardan engin… Boy vermeye, ayaklarımı zemine değdirmeye çalışıyorum. Birazcık dokunsa parmak uçlarım yere, ayaklarımın arasında deniz kumunu hissetsem. Dinlensem biraz. Soluk alış-verişlerim bir düzene girse. Sonra hiç korkmadan yeniden enginlere açılsam… Güneş yüzümde parlasa, balıklar bacaklarımın arasından kayıp gitse. Oysa göğüs kafesim söndükçe, bir parça daha su yutuyorum hepsi bu.

Tek kişiliktir ya yalnızlık. Ucundan kopartıp kimseye veremiyorum. Kafamda kocaman bir boşluk var, dinlediğim hiçbir şarkı dolduramıyor o boşluğu. Kalbimde tınılar kopuyor, notalar akıp gidiyor zihnimden. Sözlerim yok… Sözlerim bitti, onları bir bir tükettim. Aslında pek sevmediğim kadınlara, hiç de istemediğim zamanlarda söyledim, inandılar. Yıldızlar verdiler bana, içime sakladım her birini. İşte şimdi, büyük kentin küçücük bir insanının kalbine batıyor o yıldızların sivri uçları.

Bir gün gelecek, bir kara parçası daha göreceğim. Yorgun, deniz suyu beni derinde tutmaya çalıştıkça, her adımda bir güç bacaklarımı geriye doğru çektikçe yürüyeceğim. Başka bir şehirde, belki başka bir limana sığınacağım. Ayaklarım kızgın kumlara dokunacak, denizin serinliğinin keyfini çıkartacağım. Güneşin denizin üzerinden doğuşunu, martıları, yakamozu seyre dalıp geçtiğim enginleri unutacağım. Ve bir gün, kendimi yine bilmediğim sularda, anlam veremediğim savaşlar verirken bulacağım.


Nisan 2010
Bakırköy/İstanbul